BİRÇOĞU HIZLI BİR ŞEKİLDE TÜRKLEŞTİ

Uşaklı Yazar Sadık Uşaklıgil, Uşaklı Hristiyanlar kapsamına ilişkin sosyal medya üzerinden yaptığı açıklamada; “Yıldırım Bayezıt, Germiyan Beyi'nin kızı Devlet Şah Hatun'la evlenmiş ve kızın çeyizi olarak damada epeyce toprak verilmişti. Tabii bu topraklarda yaşayan, çalışan reaya da fiilen bu çeyizin bir parçası olmuşlardı. Ancak bu çeyizin resmi tarihte yazıldığı gibi, pek de öyle gönüllüce verilmediği anlaşılıyor. Kayınbiraderi 2. Yakup, Germiyanoğulları Beyliği'nin başına geçince bu toprakları geri almaya kalktı. Bayezıt çeyizini kaptırmamak için Yakup Bey'in üstüne yürümüş ve onu hapsederek, sadece çeyiz toprakları değil, tüm Germiyan mülkünü Osmanlı'ya ilhak etmiştir. Bu arada çeyizin içinde olmayan Uşak'ı da Osmanlı topraklarına katmıştır. Yani bir zorbalık sonucu Osmanlı olduğumuz bir tarihsel gerçek. ( Topraklarımızın daha önceki sahipleri olan Germiyan beyleri, Bizans tekfurları, Bizans imparatorları, Doğu Roma valileri ve onlardan önceki Frig prensleri, Büyük İskender’in generalleri, Pers satrapları da daha az zorba değillerdi, ama neyse; bu dünya böyle.) 1390 yılında bu olay gerçekleşirken Uşak'ta Bizans kalıntısı Rum, yani Hristiyan nüfus çok küçük sayılarda kalmıştı. 13üncü yüzyıldaki Selçuklu devletinin yönlendirip teşvik ettiği Türkmen akınları karşısında Bizans onları koruyamadığı için Frigya ve Lidya kökenli yerli Hıristiyan halk, Konstantinopolis’e ve kıyı bölgelere kaçmıştı. 1390 yılında Uşak şehri ve hatta Uşak kırsalı hemen hemen terkedilmiş gibiydi. Akın akın gelen Türkmenler ve Horasan kökenli şehirli Türkler bu bomboş şehre yerleştiler ve yörük kalanları da yaylalarına konup-göçmeye başladılar. Çevre köyler de aynı durumdaydı. Bölge çok hızlı bir şekilde Türkleşti” dedi.

17. yüzyılda yaşanan anılardan bahseden Yazar Uşaklıgil; “17’nci yüzyılda Evliya Çelebi Uşak'ı ziyaret ettiği zaman ‘Rumu ve Ermenisi vardır amma Yahudi'nin vücudu yoktur’  demektedir. O halde şunu sormalıyız: Aradan geçen üç yüz yıllık zaman diliminde Uşak'a Hıristiyanlar tekrar nasıl ve nereden geldiler? Bilindiği gibi 17nci yüzyıl Celâlî isyanlarının Anadolu'yu kasıp kavurduğu bir yüzyıldı. Özellikle İç Anadolu'da asayişsizlik yüzünden ne tarım, ne de ticaret yapma imkânı kalmamıştı. Özellikle Kapadokyal ile Şam-Halep ve İran arasında transit yol üzerinde bulundukları için büyük ölçüde ticaret ve zanaatkârlık da yapıyorlardı. İran'la olan bitmez tükenmez savaşlar yüzünden bu bağlantı işe yaramaz hale geldi. Kapadokyalı Rumlar kitleler halinde Batı Anadolu’ya göçtüler. Bizim “Rum” deyip geçtiğimiz, kendilerine “Anadolu Ortodoksu” diyen bir grup da bu tarihlerde Uşak'a gelip yerleşmiş olmalı. Anadolu'nun yerli halkından insanlardı ama Uşak kökenli değildiler. Yirminci yüzyıla kadar 300 yıl Uşak'ta yaşadıkları için artık hemşehrimiz olmuşlardı. Ermenilerin ise yine 17nci yüzyılda benzer sebeplerle gelip Uşak'a yerleştikleri ve İran kökenli oldukları biliniyor” şeklinde konuştu.

Kapadokya'lı Rumlara ‘Karamanlı Rumları’ denildiğini belirten Yazar Uşaklıgil, yaptığı açıklamada; “Büyük tarihçimiz İ. Hakkı Uzunçarşılı Karamanlı Rumların Afşar Boyuna bağlı Karamanlı oymağından geldiklerini iddia etmektedir. Bizans topraklarına Müslüman Türkmenlerden önce de akın akın Türk grupları hem Kuzey Batı'dan, hem de Kuzey Doğu'dan gelmekteydiler. Bizans bu savaşçı ve her türlü zor koşullara tahammüllü insanları ordularında ücretli askerler olarak kullandı. Aileleriyle birlikte onları sınır boyunca stratejik tampon bölgelere yerleştirdiler. Bu insanlar Yunanca bilmezlerdi ama dindar Ortodokslar oldular. İbadetlerini bile Türkçe yaparlardı. Türkçelerinde İstanbul, İzmir ve diğer kıyı bölgelerinin Rumlarınınkine benzer bir aksan yoktu. ‘Kalimera vre pasamu’ falan demezlerdi. Bizim kadar akıcı Türkçe konuşurlardı (Ama Uşaktakiler Uşak şivesiyle konuşurlardı tabii). Soy isimleri de çok büyük oranda Türkçe idi. Kazancıoglu, Kavafis, Karayorgis, Hancıoğlu vs. gibi. 19’uncu yüzyılda Yunan harfleriyle yazılan saf Türkçe bir edebiyat yaratmışlardı. Müslüman Türklerden önce romanlar yazıp okudular. Kendi kimliklerini şöyle tanıtırlardı:

Gerçi Rum isek de Rumca bilmez Türkçe söyleriz

Ne Türkçe yazar okuruz, ne de Rumca söyleriz

Öyle bir mahlutî (karışık) tarikatimiz vardır

Hurûfumuz (harflerimiz)Yonanîce, Türkçe meram ederiz” ifadelerini kullandı.

Osmanlı için 20’nci yüzyıla kadar ırkın bir önemi yoktu diyen Yazar Uşaklıgil; “Teb'a, dinlerine göre "millet" adı verilen iç yönetimde özerk sınıflara ayrılıyordu. Asırlar boyunca kendilerine "Anadolu Ortodoksu" diyen bu insanları "Ortodoks Milleti" nin içinde, diğer Ortodokslardan farksız olarak algılaya geldik. Halbuki sadece dil açısından değil, kültür ve gelenek açısından da Helen ve kadim Anadolu ulusları kökenli “Rum”lardan çok farklıydılar. Çocukluğumda ve delikanlılığımda Uşaklı Rumları tanıyan, onlarla çeşitli ilişkilerde bulunmuş çok sayıda yaşlı insanla sohbet etmişimdir. Esas kaynağım bunlardır ve Uşaklı bir Rum’un yazdığı “Vatan,Vatanım, Ma Patri Oushak” adlı kitaptır. Öne sürdüğüm tezleri abartılı bulanlar “Karamanlı Rumlar” hakkında çok sayıda yayına kolayca ulaşabilirler. Ben Karamanlı Rumlarla, Frigya, Lidya kökenli kadim Anadolu ( Helenleşmiş) Rumları arasındaki farkı biliyorum. Rumların arasında Yunan İşgali sırasında yapılan kötülüklere üzülenlerin çoğunlukta olduğunu söylerlerdi. Tabii ki içlerinde kendisini genel tarife göre "dindar" kabul eden ve dindar olduğu için de "kindar" olması gerektiğine hükmeden zibidiler maalesef çıktı ve türlü şımarıklıklar ve kötülükler de yaptılar. Ama kötülük iyilikten daha çok gürültü koparır. Bu kindar ve dindar Ortodokslar yüzünden bütün bir cemaat lânetlendi ve kendilerinin de şehri olan güzel Uşak'ımızdan 1922'de kaçmak zorunda kaldılar. ( Uşaklı Rumlar 1924' teki Mübadele Antlaşması ile gönderilmediler; 1922'de kaçmak zorunda kaldılar). Gittikleri yerde de, yine kindar dindarlar tarafından ‘Türk tohumu’ olmakla suçlandılar, çok acı çektiler. Yunanistan'da hâlâ ve fırsat buldukça bir araya gelip Uşak türküleri söylüyor, oyunları oynuyor, sohbetler ediyorlar, Uşak hakkında kitap ve makaleler yazıyorlar. Uşaklılık bilincini canlı tutmaya, Yunan toplumu içinde asimile olup kaybolmamaya çalışıyorlar” sözlerini kullandı.

Uşaklı Yazar Sadık Uşaklıgil, Uşaklı Ermeniler kapsamında yaptığı açıklamada; “Uşaklı Ermeniler ise Rumlara göre sayıca çok daha az idiler ama Surp Asdvazadzin adında bir kiliseleri vardı. Yani tam statüde bir azınlık cemaati oluşturabiliyorlardı. Bu kilise Uşak’taki Koca yangın sırasında tamamen yanmıştı. Yenisini yapmaya çalışırlarken Yunan İşgali ve sonundaki Rumların kaçış trajedileri olayı meydana geldi. Uşaklı Ermeniler de Rumların peşine takılıp kaçmayı tercih ettiler. Uşaklı Ermeniler Uşak’ın bağlı bulunduğu Kütahya Mutasarrıfı’nın Tehcire direnmesi sayesinde 1915’te Tehcir’den kurtulmuşlardı ama bu seferki büyük kaçışa onlar da kapılıp gittiler” dedi.