Şehitler ve gaziler bir milletin en önemli değerleridir. Bugün bayrağımız gönlerde dalgalanıyorsa, minarelerden ezan okunabiliyorsa bunun temelinde en önemli pay şehit ve gazilerimize aittir. Bu nedenle şehit ve gazilerimizin kadri kıymetini topyekün olarak bilmek zorundayız. Özellikle son yıllarda gereken maddi manevi değerin daha farklı bir şekilde verilmeye çalışıldığını hakkın rahmetine kavuşan Osmancıklı Mehmet Uslu (Karaco) dedemizden dinlemiştim. Canlı tarih olan gazilerimizin özellikle genç nesillere buluşturulmaları önem arz etmektedir. Maalesef bu nokta da birazcık eksiğimiz var.
İnsanlar ve toplumlar arasındaki çatışmaların, ilk insanların ortaya çıkışı ile başladığı ve en ilkel şartlardan günümüzün en modern imkânlarına kadar her türlü vasıtayı kullanarak geliştiği, bundan sonra da aynı hızla gelişmeye devam edeceği bilinmektedir. Toplumların bünyeleri değiştikçe istek ve ihtiyaçları artmış, dolaysıyla kişiler ve toplumlar arasında anlaşmazlıklar meydana gelmeye başlamış, bunların çözümü için çoğu kez savaşlara başvurulmuştur. Savaşlar insanların kendi kendilerine yol açtıkları en büyük felaketlerden biridir. Savaşın galibi olmaz. Kazananda kaybedende büyük zararlara, maddi ve manevi kayıplara uğrar. Çünkü savaşlarda ölüm vardır, yaralanma vardır, gözyaşı vardır, ailelerin parçalanması vardır. Ekonominin çökmesi nedeniyle fakirlik vardır. Masum çocukların, anaların, babaların ahı vardır. Vardır! Vardır! Hep vardır! Bunların bilinmesine rağmen, maalesef yine de savaşlara devam edilmektedir.
O halde savaş nedir?
Savaş: Barış yoluyla halledilemeyen sorunların bir devlet veya devletler grubunun, diğer devlet veya devletler grubu ile hiçbir sınırlama olmadan gücünü kullanmasıdır. Savaşların başlıca nedenlerini, şöyle sıralayabiliriz;
Daha zengin olma, daha büyük toprak edinme isteği, Ağır coğrafi şartların etkisi altında, göç etme zorunluluğunun doğuşu, Kendi yaşam ve inanç tarzını başkalarına zorla kabul ettirme isteği, Bağımsızlığın elde edilmesi amacı. Ayrıca; gelecekte muhtemel savaşların su yüzünden çıkacağı ve en riskli bölgenin ise Ortadoğu olduğu, bazı ülkelerin devletleri kontrol için enerjiyi, insanları kontrol için ise, suyu kullanacağı gibi hususları sayabiliriz. Bu amaca ulaşabilmek için, devletler silahlanma yarışına girmişlerdir. Yaşlı dünyamız, M. Ö. 3600 yılından günümüze kadar ortalama 15.000 defa savaş yaşamış, ancak 292 yılını savaşsız geçirebilmiştir. Bu savaşlarda yaklaşık dört milyar insan ölmüştür. Abdülkerim Saltuk Buğra Han’dan bu yana Türk Milletinin savaşlarda verdiği şehit miktarı 125 milyondur. 1945 yılından 2007 yılına kadar 200’ün üzerinde savaşa tanık olduk ve 25 milyonu aşan insanın ölümünü ibretle izledik. Bombaların gölgesinde, mermilerin hedefinde, babalarının kucağında tir tir titreyen o masum küçük yavruların;
“Gitme hep yanımda kal / Mermiler gelirken koynuna al / Seninle bombalar vermez zarar / Ölmekten değil, seni kaybetmekten korkuyorum babam!”
Diye haykıran o küçük yavruların gözyaşlarına Türk Milleti olarak ortak olduk. Şanlı tarihimizde olduğu gibi, şimdi de lokmalar boğazımıza tıkandı. Neticede dünyanın hangi bölgesinde yaşarsa yaşasın anadır, babadır, masum çocuktur, dini, ırkı, milleti fark etmez. Allah yar ve yardımcıları olsun diye dua ettik ve ediyoruz. Fert olarak başka da yapabileceğimiz fazla bir şey yok zaten. Bugün dünyada 50 bin atom başlığı olduğu söylenmektedir. Tek bir deniz altından fırlatılacak başlıkların II. Dünya savaşında kullanılan toplam bomba ve silahların gücüne eşit olması olayın vahametini daha açık olarak ortaya çıkarmaktadır. Bu silahlanma yarışı dünyamızı bir barut fıçısı haline getirmiş, nihayet I. ve II. dünya savaşları ile insanlar yüz yüze gelmişlerdir. Bu savaşlar sivil halkın, askerden daha çok tehlikeyle karşılaştığını açık olarak ortaya koymuştur. 4 yıl süren I. dünya savaşında 9,5 milyon insan ölmüş olup; bunların % 5 ‘ i sivil, % 95 ‘i askerdir. 5 yıl 8 ay süren II. dünya savaşında ise 52 milyon insan ölmüş olup; bunların % 52’ i asker, % 48 ‘i sivildir. 2,5 yıl süren Kore savaşında ise 9 milyon insan ölmüş, bunun % 84’ ü sivil, % 16 ‘ı askerdir. İran – Irak savaşı da tamamen sivil halka yönelik bir durum göstermiştir. Yine komşumuz Irak’ta, Suriye’de, Gazze’de olup bitenlerde aynı doğrultuda devam etmektedir.
Büyüklerimiz, ‘’Dost üçtür. Birincisi dost, ikincisi dostun dostu, üçüncüsü düşmanın düşmanı. Düşman da üçtür. Birincisi düşman, ikincisi dostun düşmanı, üçüncüsü ise, düşmanın dostudur’’ demişlerdir. Bütün dünler bugünleri aydınlatan fenerlerdir. Yine devletlerin devletlere dostluğu menfaat üzerinedir. Ülkemiz yer altı kaynakları, doğal güzellikleri, tarımsal potansiyeli, Türk Cumhuriyetleriyle olan ilişkileri, dört mevsimin bir arada yaşanması, denizlerle çevrili olması, tarihi zenginlikleri ve komşularımızın konumu itibariyle özel önem arz etmekte olup; dost – düşman çoğu ülkelerin iştahını geçmişte kabartmış, muhtemelen gelecekte de kabartacaktır. Elbette komşularımızla ve diğer ülkelerle daima iyi ilişkiler içerisinde olacağız veya zor olsa da olmaya çalışacağız. Yalnız bu ilişkilerimizi sürdürürken Mustafa Kemal Atatürk’ün şu sözünü hiç unutmayacağız. “Düşmanla dost olmak için, belinde silahın, yanında cephanen, başın dik, gözlerin daima düşmanın üzerinde ve karşıya bakar vaziyette olup; düşmana merhaba, merhaba deyip geçeceksin.” Bunu şöyle bir örnekle de pekiştirebiliriz.
Köyde yıllar önce iki aile arasında çok önemli bir olay yaşanır, bir birlerine husumet duyarlar ama zamanla torunlar samimi arkadaş olur. Fakat 70-80 yaşındaki yaşlı anneanne, babaanne çoğunlukla torununu yanına alır ve bak yavrum falancaların torunuyla çok samimisin ama unutma bizim geçmişte onlarla şöyle şöyle davamız oldu. Arkadaş ol, ama aklımda diye dur. Çünkü ‘’su uyur düşman uyumaz‘’ demiş atalarımız diye öğüt verir. Ülkelerin silahlanma yarışı içerisinde olduğu günümüzde her zaman tedbirli olacağız; zayıf düştüğümüz zaman içten ve dıştan düşmanların çıkabileceğini asla unutmayacağız. Bu bağlamda; aileden başlamak üzere, okullarımızın her kademesinde nükleer, biyolojik ve kimyasal silahlar (NBC) ve bunların tehlikelerinden bilinçli olarak korunma yolları öğretilmeli, yapılan planlar pratikte uygulanabilir ve sığınak olarak belirtilen yerler sığınak özelliğine uygun olmalı, ikaz – alarm tatbikatları yasak savma cinsinden olmadan yapılmalı, öğrenciler ve vatandaşlar olası savaşlara, afetlere ve onların sebep olabileceği zararlara karşı daima eğitimli tutulup, psikolojik olarak hazır olmaları sağlanmalı ki, ihtiyaç halinde sıfırdan eğitim vermek yerine, hatırlatmayla en az panikle en iyi korunma sağlanabilsin. Unutmayalım ki, nemelazım diyen neye lazım olur! Çünkü afetler unutulduğu zaman, düşman ise zayıf yönümüzü gördüğü zaman gelir.
“Şehitler NURLANIR, gaziler ONURLANIR’’
Bu vesile ile Gaziler Günü’nü en kalbi dileklerimle tebrik ediyorum. Şehitlerimizi ve hakkın rahmetine kavuşmuş gazilerimizi rahmetle yâd ederken, hayatta olan gazilerimize ise sağlık sıhhat ve afetlerden uzak afiyetler diliyorum.