BİR MAAŞ İADE

Değerli okurlarım, her yaşın kendine has artı eksi özelliği vardır. Memuriyette 40’ncı yılı çalıştığım, yaşımızın da altmışa yaklaştığı şu günlerde hayata bakış açımız biraz daha farklılaşıyor. Daha doğrusu farklılaşmak - hele yetmişinden sonra uzanırsın alamazsın, alırsın yiyemezsin, giyemezsin, arzu edersin gezemezsin, Çorum’un hepsi senin olsa neye yarar?- zorunda kalıyoruz. Bugün memuriyete başlasam şunları asla yapmazdım, şunları da kesinlikle ihmal etmezdim ‘‘En iyi okul tecrübedir ama okul masrafı birazcık çoktur. Ne yazık ki çoğu zaman da telafisi yoktur’’ sırrınca önümüze bir yığın keşkeler geliyor. Belki de en çok keşkeler bende var… Dolayısıyla yazdıklarımın birinci muhatabı daima benim…

Televizyonlarda dini sohbet programı yapan merhum Yusuf Kavaklı Hoca yoğun bakımda yatarken -hanımı refakatçidir ve çayı çok sever -hastaneye çay yapması için ketıl getiren oğluna ‘’Bu zamana kadar beytülmalden yemedim. Bana ölürken mi yedireceksiniz, derhal geri götür’’ diye söylemi beni çok etkiledi. Hasenede etkilemek ve etkilenmek güzeldir. Rabbim azları çoğa tebdil eylesin. Özellikle beytülmale dikkat edebilmeyi, helalinden kazanıp helalinden yemeyi başta bizlere ve evlatlarımıza nasip eylesin. Belki bizler bilerek bilmeyerek hatalar yaptık ama en azından yeni göreve başlayacak evlatlarımıza, öğrencilerimize, çevremize bir cümle tavsiye edebilir ve onların hata yapmamalarına vesile olabiliriz. Bu bağlamda ben, başta öğretmen çocuklarım olmak üzere, beni takip eden genç memur, işçi okurlarıma beytülmalden bilerek üzerlerine hak geçirmemelerini, -Hz Ömer’in mum hikâyesini bilmeyenimiz yoktur- velev ki ufak tefek olursa not alarak en kısa sürede bir şekilde iade etmelerini tavsiye ediyorum. Çünkü çoğaldığı zaman arzu etseniz de iadesi zor olur. Ölüme yaklaşınca da hesap korkusu zor olur.

Diyanet ALO 190 Fetva hattına sorduğumda, bu noktadaki iadenin hayır kurumlarına değil maaşın alındığı kuruma yapılmasını söylediler. Halk arasında ‘’başkası hamutuyla yiyor bizim ki devede kulak, sanki ne olacak?’’ diye yanlış bir tabir var. Öyle düşünmemek lazımdır. Öncelikle herkes kendisinden mesuldür. Rabbim nasip ederse müsait olduğum zaman bugünkü bir maaşımı hazineye iade edeceğim. Bu beyan kesinlikle riya için anlaşılmasın. Arzu ediyoruz ki titiz olanlar için karınca kararınca örnek olsun. Çünkü güzellikler paylaşıldıkça ziyadeleşirken kötülükler paylaşıldıkça normalleşir. Memuriyet hayatımda, emekliye ayrılırken birçok arkadaşın bir iki top kâğıt veya kalem vb. alıp daireye verdiğine şahit olmuşumdur. Güzelde bir adettir. Emekli bir Müftü Bey ‘’Hocam, yıllarca lojmanda azıcık kira ile durdum. Vakıftan harcamalar yapıldı. Aklım başıma geldi ama ne yazık ki emekli olduktan sonra. Şimdi de iade etmek istiyorum fakat meblağ çok yüksek olduğundan imkânım yok’’ diye nedametini belirtmişti.

Bir kurum amiri komşu ilçedeki köyüne gider. Arabasının aküsü bitmiştir. Çevrede kimseyi bulamaz. Şoförünü arar ‘’akü takviye kablosu ile dairenin arabasını al gel -100 km mesafesi vardır-’’ deyince şoför ‘’özel işiniz için getiremem’’ der ve götürmez. Bunun üzerine araları açılır. Sosyal medyanın -resim çekip paylaşma- olmadığı zamanlarda bu veya buna benzer olaylar daha çok duyulurdu. Şimdi artık biraz otokontrol sistemi oluştu. Resmi bir aracı alakasız bir yerde görünce vatandaş hemen resimleyip, sosyal medyada sergiliyor. Bu durum da belki caydırıcılık yönüyle artı sağlıyor. Özetle biz memurların etik olmayan veya beytülmale karşı borçları -yetkisiz- aşağıdaki kısmı sıraladığım maddelerden olabilir. Ameller niyetlere göredir, en iyi de herkes kendini bilir.

Hak etmeden hileli yollardan devlette görev almak veya terfi etmek. Belki en ağır olanıdır. Ömür boyu vicdan azabı çekerken, ahiret için -inanıyorsa- Allah kolaylık versin. Yıllar önce çay ocağında otururken tanımadığım bir vatandaş, aldığı her maaşta vicdanının rahatsız olduğunu anlatmıştı. Kurumun elektriğini, suyunu, doğalgazını, kâğıdını vb. kullanırken tasarrufa riayet etmemek. Lavabodan, çalışma odasından çıkarken lambaları söndürmemek, bir peçete yerine beş peçete kullanmak. İhtiyaç olmadan gündüz gözüne lambaları yakmak. Burada ki ölçü -kullanım- evimize uygun olmalıdır. Yani evimize harcadığımız kadar olmalıdır.

Laptop, telefon gibi özel malzemelerini kurumunda şarj etmek. (Bir öğretmen arkadaş telefonunu sınıfta şarja takar. Öğrenci eve gelince -babasına- öğretmeni eleştirir. Babası da ‘’kızım, ben de memurum. Dairede takıyorum’’ deyince, ‘’sende yapma ama din dersi öğretmenim -öğrenci gözü- hiç yapmamalı’’ diye cevap verir. (Hassasiyet farklı bir durum ama örfü olarak bunların sıkıntı olacağını düşünmüyorum)

Dairenin yazıcısından, fotokopisinden çocukların ödevlerini çıkarmak. Dairenin kâğıdını, kalemini, telefonunu -eskiden cep telefonu yoktu- özel işlerinde kullanmak. Ketıl ile çay kahve yapmak

Kurum aracını yazı serinlik, kışın sıcaklık için öncesinden keyfi çalışmasını istemek.

Makam odasının tefrişatını -ihtiyaç harici- özel zevk için israfça değiştirmek.

İl’e ilçeye gelen misafirlerine -mecbur kalıp- hileyi şeriyle ile ikramda bulunmak. Hele günümüzde gelen misafirleri ağırlamak bu noktada ödeneği yoksa kurum amirlerine büyük sıkıntı. Keşke biraz Alman usulü davranabilsek. (Yıllar önce bakanlıktan benim birime bir denetim heyeti gelmişti. Çorum’da herkesin gittiği bir lokantaya götürürken, daire başkanı ‘’ya burada şöyle bir mekân varmış, oraya gidelim’’ türü deyince kızdım. Ora iyi değil deyip kızarak konuyu kapatmıştım. İkramı biz yapmayacaksak ev sahibine tabi olmak ve makul yemek yemek en güzelidir. Misafirperveriz ama suiistimale de kapalıyız)

Daire aracı ile göreve gittiğinde gittiği yerde eşe dosta, aile yakınlarına ziyarete uğramak.

Mesaiye titiz olarak dikkat etmemek. Hele hele vatandaş odaklı görev ise gelenin memuru, amiri yerinde bulamaması nedeniyle zarar görmesi.

Uhdesine verilen görevleri savsaklayarak gereği gibi yapmamak.

Seminer verirken zamanına tam olarak dikkat etmeden -6 saati 3 saatte bitirmek- ücret almak. Bu seminerler ülkemizde maalesef -mevzuattan- birazcık sıkıntılı.

İhtiyaç olmadığı halde bakanlıklardan ikili ilişkilerle ayarlayarak -tatil bölgelerindeki-seminerlere tatil amaçlı gitmek. Geçmişte çok duyardık.

Eş dost, referans kazanma adına kurumdan -yetkisi olmadığı halde- bir şekilde gittiği yerlere hediyeler vermek.

İçeride özel sohbet ederken vatandaşı kapıda bekletmek, ‘müsait değilim’ demek.

Hasta olmadığı halde rapor almak, il dışına özel işleri için sevk almak veya biten tedavi süresini keyfi uzatmak. Eskiden çok duyulurdu…

Yukarıda bir kısmını ifade etmeye çalıştığım ama bir kısmını ifade etmediğim türden hatalarımız, eksikliklerimiz bilerek bilmeyerek olmuştur veya görevdeysek hala olabilir. Hele hele eskiden bilgisayarların, internettin, sosyal medyanın olmadığı dönemlerde kimsenin kimseden pek bilgisi olmuyordu. Önemli birimlerde çalışıp da emekli olanlardan çoğu zaman çok ilginç olaylar dinlemişimdir. Meşhur Rıza Çöllü Hoca bir vaazında ‘’tövbenin şartı imkânın olduğu halde terk etmendir’’ demişti.