BİR ÖĞRETMEN PORTRESİ-2

KOMİSYON BAŞKANINA RAĞMEN YILIN ÖĞRETMENİ SEÇİLDİ:

Yanılmıyorsam 25-30 yıl öncesinde Hürriyet Gazetesi’nde yılın öğretmeni diye resmini görmüştüm. Rahmetlinin kendinden dinlediğime göre Çorum’da seçilme aşaması da biraz enteresandır. Komisyon başkanı Ömer Faruk öğretmene önce ismini sorar. Peşinden de ismiyle ilgili, ‘’Sen Arap mısın?’’ diye incitici bir soru gelir. Faruk öğretmen de alakasız böyle bir soruya muhatap olunca hiç çekinmeden halk tabiri ile bir cümlelik oturaklı cevap verir. Beni nasıl olsa seçmezler diyerek çıkıp terminale gider. Komisyon başkanının itiraz etmesine rağmen, tüm üyelerin desteğiyle (üyeler, notumu kırmasın diye eğilip bükülmedi, doğruluğundan taviz vermedi. Biz kesinlikle bunu seçmek istiyoruz’ derler) yılın öğretmeni seçilir.

Tam Osmancık arabasına bineceği zaman bir görevli ‘’ Faruk Hoca kim?’’ diye sorar. ‘’Benim’’ deyince, ‘’Hocam yılın öğretmeni seçilmişsin. Seni acil çağırıyorlar, almaya geldim’’ der ve resmi arabayla Çorum Valiliğine götürür.

İNŞAATIN PARASIYLA ALINAN PİDEYİ YEMEDİ:

Emekli olduktan sonra Faruk Öğretmen, bir kaç arkadaşla beraber, benim de dâhil olduğum Osmancık İhlas Apartmanda birlik beraberlik içerisinde birer daire sahibi olalım amacıyla, güvene dayalı olarak bir inşaata başlarlar. O inşaatta Faruk Hoca varsa ben de girerim diye üye olanları mahcup etmemek için var gücüyle çalışmaktadır. Bir gün sıcakta inşaatta iki üç tane işçi çalışırken onlara pide yaptırır ve soğuk içecekle beraber yanlarına bırakır ama kendisi duvarın arkasında başka şeylerle meşgul olmaya çalışır. İşçilerden biri ‘’Abi seni bekliyoruz niye gelmiyorsun başka şeylerle uğraşıyorsun?’’ diye yanına gittiğinde, ‘’Abisinin, lütfen siz devam edin bu yiyecek ve içecekler tüm üyelerin parasıyla sizin için alındı. Siz devam edin, ben yiyemem’’ der. Çalışan işçi, ’ Mahir abi, bu kadar inşaatlarda çalıştım, ilk defa böyle insanla karşılaştım. Helal olsun’ diye anlatmıştı.

KAYMAKAM BEYİN ÇOCUĞU DEĞİŞİVERDİ:

Kaymakam Bey’in çocuğu dördüncü sınıfa geçmiştir. Ancak biraz hırçın, öfkeli, gönül kırıcı yani haşindir. Derse de pek çalışmaz. Tabi Kaymakam Bey bu duruma üzülür. Bir gün bir yerde Kaymakam Beye Faruk Hoca’dan bahsederler. Bunu duyunca ilgisini çeker ve kalkar görüşmek için okula gelir. Faruk hocaya çocuğuyla ilgili gerekli bilgileri uzun uzun anlatır ve peşinden de kendisinde okutmak istediğini söyler. Rahmetli Faruk hoca:

‘Sayın Kaymakamım, ben çocuğunuzu gerektiğinde ilave dersler vererek okuturum ama bir şartla. O da, çocuğunuz sınıfta sizi arkasında hissetmeyecek, bir sıkıntı olursa ben size gelirim ama siz okula gelmeyeceksiniz. Gerisini bana bırakın’ der. Kaymakam Bey, bu teklifi kabul eder. Çocuk Faruk Hoca’nın sınıfına gelir. Faruk Hoca önce çocuğu bir odaya çeker ve ‘’ Yavrum ben hem çok iyi hem de çok kötü bir öğretmenim. Bunun için iki şartım var. Ama birincisi benim için daha önemli o da sınıfın kurallarına harfiyen uyman, babanın kaymakam olduğunu arkadaşlarına hissettirmemen.( Çocuğun anlayacağı dille hayatın içinden bir iki örnek verir) Bunu yaparsan ikincisi kolayca hallolur. O da derslerine çalışman. Kabul edersen kazanan sen olursun, buyur sınıfa geç. Yok eğer kabul etmezsen kaybeden sen olursun. Benim sınıf dışında hangi sınıfa gidersen git’ deyince çocuk: ‘Kabul ediyorum öğretmenim.’ der. O hırçın, yaramaz çocuk günden güne değişir. Derslerindeki başarı artar. Kaymakamın çocuğu olduğunu arkadaşları aylar sonra öğrenir. Çocuklarındaki bu değişimi hisseden anne- baba çok mutlu olur.

Hani bazen rastlarsınız, ‘’kimin oğlusun?’’ diye sorarsınız, ‘’falanın yeğeniyim’’ deyiverir. Hâlbuki siz babasını sormuştunuz ama o dayısını işaret eder… Neden mi? Bilmem (!)

KAYMAKAM BEY ÇOCUĞUNU TATİLE GÖTÜREMEDİ:

Eğitim – öğretim yılı bitmiş dolaysıyla yaz tatili başlamıştı. Kaymakam Bey de çocuğundaki olumlu değişimle rahatlamıştı. Yazın Akdeniz sahillerinde aile boyu tatil yapmayı hak etmişlerdi. Bunun için rezervasyon yaptırıldı, hazırlıklar yapıldı. Ama hiç akılda olmayan bir engel çıktı. O da çocuktu. Çocuk tatile gitmek istemiyordu. Çünkü okul kapanırken Faruk Öğretmen: ‘ Çocuklar müfredat gereği önümüzdeki sene din dersinden şu şu sureleri ezberlemeniz gerekiyor. Bunun için yazın vakit çokken mahallenizdeki imamlara gidin ezberleyin ve okul döneminde uğraşmayın.’ diye tembih edince, sınıfça öğretmenlerine söz vermişlerdi.

Çocuk inatlaşıp, tatile gitmek istemeyince, Kaymakam Bey Faruk Hoca’ya gelip, ‘’Hocam, sen bunlara ne yaptın? Tatile götüremiyorum’’ deyince, Faruk Hoca:’ Sayın Kaymakamım, ben çocuklara tatile gitmeyin demedim. Ancak gelecek sene sorumlu olacakları sureleri yazın mahalle imamlarından ezberlemelerini istedim. Ben çocuğu ikna ederim ancak bir şartla. O da, gittiğiniz yerde gerekiyorsa parayla bir imam tutup istediğim sureleri ezberlemesini sağlayınız’ der. Sonuç mu? Tatil yöresinde Kaymakam Bey bir imam ayarlar ve çocuğa Faruk Hoca’nın söylediği sureleri ezberletir. Böylece iki tarafta muradına erer.

. Faruk Öğretmen, kendisine has kuralları olan bu kurallardan asla taviz vermeyen ve her yönden kendini yetiştirmeye çalışan kişiliğe sahip birisi olup; emekli olduktan sonra bilgisini hayat tecrübesiyle yoğurarak genç nesillere faydalı olmak adına eser yazmaya karar verir. Bu noktada, zamanı iyi değerlendirmek adına, çarşıdan, pazardan, kahvane köşelerinden fedakârlık yapılmak suretiyle gerekli çalışmalar yapılır, müsveddeler hazırlanır ancak; kaderin bir cilvesi olsa gerek, akılda olmayan ve çaresi bulunmayan hastalıkta davetsiz misafir misali, Faruk Öğretmenin vücut kapısını çalar. ‘’ Yolda, handa, hamamda, / Pabuçlar giyilmedik kalmıştır,/ Bağcıklar bağlanmadık, / Düğmeler iliklenmedik. /Acayip bir yolculuk gelip çatmıştır / Hiç bu kadar yakın beklenmedik ‘’ hesabı eser yazmak için harcanacak o kıymetli zaman artık hastane köşelerinde geçirilmek zorundadır. Faruk Öğretmen bu halinden hiç şikâyetçi olmaz.(Rahatsızlığında ziyaretine gittiğimde, ben de şahit oldum) Ancak, çocuklarına ve ziyaretine gelen gençlere de şu unutulmaması gereken:’’ Dün gitti, bu gün bitti, yarın meçhul, bu yüzden, geleceğe dair, planlarınızı yaparken acele ediniz. Bakarsınız benim gibi uygulama imkânı bulamadan müsvedde olarak bırakmak zorunda kalabilirsiniz …’’ hayat dersini vermeyi ihmal etmez.

‘’İnsanlarla öyle geçininiz ki ölümünüzden sonra düşmanlarınız bile ağlasın’’ diyor Hz Ali Efendimiz. Dostlar muhakkak ağlar ama düşmanları ağlatmak pek herkese nasip olmaz. Yeni eğitim öğretimin başladığı şu günlerde Ekim 2007 ayında hakkın rahmetine kavuşan Osmancıklı Ömer Faruk Geylani öğretmenimizi ve merhum tüm öğretmenlerimizi rahmetle anıyor, hasta yataklarında yatanlara acil şifalar, emekli ve halen görevlerinin başında olan tüm öğretmenlerimize de sağlık, sıhhat içerisinde afetlerden uzak afiyetler diliyorum.

Netice olarak, toplumda güzel örnekler paylaşıldıkça, güzellikler bir bir ziyadeleşir… Buna mukabil kötü örnekler paylaşıldıkça gün gelir normalleşir… Sıkıntılar çoğalır…

‘’Bazıları büyük doğar, bazıları büyüklüğü kazanır, bazılarına da büyüklük yakıştırılır’’ (Shakspeare)

‘’İnsan ömrü öyle bir bestedir ki, ancak kendisinden sonra çalınırsa o insan gerçekten yaşamış sayılır’’ (?)

‘’Hayat tomurcuklarını, ümit yağmurları ıslatır / Ölümden sonra güzel anıları, dostlar yaşatır’’

TAVSİYE: 50 yılın birikimi olan, muhtevasında 660 adet farklı nükteli nasihatin yer aldığı Mahirane Söylemler ve –hikâyeden şiire sızan- Susamak, Depremle Yaşamak ve Kazalar geliyorum Demez kitaplarımı mutlaka okumanızı ve evlatlarınıza okutmanızı samimi olarak tavsiye ediyorum. 536 5681141 No.lu telefondan iletişime geçerek, benden imzalı olarak temin edebilirsiniz.