Bir ülkenin geleceği bazen gürültülü çöküşlerle değil, sessizce buharlaşan bir damla suyla şekillenir. Türkiye’nin neredeyse her bölgesinde yağış rejimleri bozulurken, barajlar alarm verirken, nehir yatakları küçülürken aslında hepimiz aynı sorunun etrafında dolanıyoruz!..
Suyumuz Nereye Gidiyor?
Uşak’ta bu soru çok daha yakıcı bir hal alıyor. Çünkü bu şehir tarih boyunca suya cömert davranmayan bir coğrafyada ayakta kalmaya çalıştı. Bugün ise kuraklığın gölgesi kapıya değil, evlerin içine kadar sızmış durumda.
Uşak’ın göletlerine, barajlarına ve derelerine baktığımızda artık ‘Mevsimsel Dalgalanma’ diyerek geçiştirilemeyecek kadar sert düşüşler görüyoruz. Karaağaç Göleti’nin çekilen kıyıları, Küçükler Barajı’nın dibe vuran seviyeleri, yıllarca umut yüklenen Baltalı Göleti’nin Küçükler Barajı’na boşaltılması ve fiilen devre dışı kalması…
Bu manzara yalnızca suyun azaldığını değil, aynı zamanda yıllardır ertelenen hakikatlerle yüzleşme vaktinin geldiğini gösteriyor.
Uşak’ta Su Azalmıyor, Su Yönetimi Tükeniyor
Kuraklık elbette sadece Uşak’ın değil, Türkiye’nin ortak sorunu. Ülke, iklim krizinin etkisiyle son 50 yılın en sert su daralmasını yaşıyor. Ancak Uşak’ı daha kırılgan hale getiren şey, zaten sınırlı olan su kaynaklarının yıllardır aynı döngü içinde hoyratça tüketilmesi.
Şehir, jeotermal kullanımından tarımsal sulamaya, içme suyundan sanayiye kadar her alanda aynı kaynakları sıkıştırarak kullanmaya çalıştı. Önlem alınmayınca, beklenen sonuç da kaçınılmaz oldu. Her yıl biraz daha derinden su çekildi, daha fazla enerji harcandı, fakat en kötüsü, her yıl biraz daha umursamaz davranıldı. Göletlerin kapasitesi düşerken, merkez mahallelere su transferi olağan bir çözüm gibi sunuldu. Su taşıyarak sorun çözdüğümüzü sandık ama gerçekte yalnızca günü kurtardık.
Asıl soru ise hala ortada duruyor:
Bir gün aktaracak su da kalmazsa ne yapacağız?
Kuraklık ilk önce üreticiyi vurdu. Tarım alanları daraldı, verimler düştü, maliyetler arttı.
Su yoksa üretim yok. Üretim yoksa yaşam yok.
Bu kadar yalın ve bu kadar acıydı gerçek olan.
Ve Gözden Kaçırılmak İstenen Bir Gerçek: Kışladağ Altın Madeni
Uşak’ta susuzluğun kaynağı tartışılırken gözlerin sürekli kaçırıldığı bir gerçek vardı. Kışladağ Altın Madeni’nin bölgedeki su tüketimi.
Yıllardır kamuoyunun gündeminde olan bu maden, yalnızca yer altı su kaynaklarını tüketmekle kalmayarak, bölgedeki doğal dengenin bozulmasına da ciddi ölçüde katkı sağlıyordu. Açık ocak madenciliğinin gerektirdiği devasa su kullanımı, Uşak gibi yarı kurak bir coğrafyada kaldırılamayacak düzeyde bir baskı oluşturuyordu.
Üstelik kullanılan suyun bir kısmı işletme süreçlerinde geri kazanılsa bile, yer altı ve yüzey su rejiminde yaratılan tahribatın geri dönüşü yoktu. Yörede yaşayanlar yıllardır aynı soruyu sordu;
“Bizim göletlerimiz kururken, madende su nasıl bitmiyor?”
Bu soru ne yazık ki hala net yanıt bulmuş değil.
Bilimsel raporlar, çevrecilerin sahadaki gözlemleri ve yıllardır yapılan itirazlar, Kışladağ’ın su bütçesine bindirdiği yükü açıkça ortaya koydu koymasına ama eleştiriler “istihdam” ve “ekonomik değer” söylemleriyle bastırılmaya çalışıldı.
Gerçekte ise şu çok açık:
UŞAK SU FAKİRİ BİR ŞEHİR.
Su fakiri bir şehirde altın çıkarmanın bedelini yalnızca doğa değil, yarının Uşak’ı da ödüyor.
Peki Şehir Ne Yapıyor? İnsanlar Ne Yapıyor?
Kısacası: Pek bir şey yapmıyoruz.
Sorunu çözmek yerine görmezden geliyoruz. Yazın su kesilince bir süre şikayet ediyor, sonra kaldığımız yerden devam ediyoruz. Oysa su kesintileri yaklaşan büyük krizin yalnızca en masum habercisi değilmidir?
“Su Sınırsızdır” algısı hala kırılmadı. Bahçeler hortumlarla yıkanıyor, tarihi çeşmelerden akan suyla bırakın bahçe sulamayı halılar kilimlerin yakınmasını araç temizleme noktasına dönüşüyor. Kaçak su kullanımı çabası. Yer altı kaçakları ise yıllardır tamir edilmiyor. O kadar uyarıma denetim yok, yaptırım yok, bilinç yok. Çevreciler, birkaç gönüllünün sırtına yüklenen ağır bir sorumlulukla mücadele ediyor. Uyarıyorlar, raporluyorlar, sahada çalışıyorlar. Ancak sesleri geniş kitlelere ulaşmadıkça bu çaba yalnızca rapor sayfalarında kalıyor.
Sorunun Adı Kuraklık Değil Geciken Yüzleşme
Kış geldiğine bakmayın yok yağmur yağacak, kar yağacak!.. Kuraklık bugün yaşadığımız gerçeğin ta kendisi. Sorun, bu gerçekle yüzleşmekte geciken kurumlar ve duyarsızlaşmış bir toplum. Uşak’ın geleceği beton projelerle değil, bilimsel su yönetimiyle güvence altına alınabilir. Yeni gölet yapmak çözüm değil; mevcut suyu korumak, paylaşmak, planlamak çözüm.
Bugün şu soruyu sormalıyız:
Uşak’ın suyu bitecek mi?
Hayır.
Uşak’ın suyu doğru yönetilmezse bitecek.
Su sadece bir kaynak değil; yaşamın kendisi. Sonuç ise Uşak’ın Suyu Çekilirse, Uşak da Çekilir!
Kuraklık Uşak’ın kaderi olmak zorunda değil. Ama bu şehir suyu kaybederse yalnızca göletler değil; tarım, üretim, yaşam ve umut da kaybolur. Bugün karar verilmezse, yarın çok geç olabilir.
Uşak’ın içme suyu çözülmedi.
Çevre yolu tamamlanmadı.
Millet Bahçesi bitmedi.
Havalimanı açılmadı.
Hayvan pazarı halen açılamadı.
Ulaşım sorunu.
Sabah saatlerinde bir dolmuşa istiflenen öğrenciler.
Gerçekleştirilmeyen projeler.
Liste uzayıp gidiyor.
DEVAMI GELECEK!.....
Saygılarımla.