Yemek yapamayacağını veya yemek yapmayı öğrenemeyeceğini sanan gençleri yemek yapmaya cesaretlendirmek için; -“Aman sende, yemek yapmaya ne var ki? Mesela, kışlık yemek yapacaksan tencereye yağ koy, yağ biraz ısınınca içine soğanını doğra. Soğan pembeleşince içine salçasını ilave et. Yemeği etli yapmak istersen soğanlarla birlikte eti de kavurabilirsin. O zaman salçayı sonra ilave etmen gerekir. Salçadan sonra kaynar suyunu tencereye koy. Akşamdan ıslattığın ve önceden haşladığın fasulyeyi, ilave edersen yemeğin kuru fasulye yok nohut ilave edersen yemeğin nohut olur. Yemek yapmak işte bu kadar kolay” şeklinde hep bu örneği verirler. Hayatta da aslında her şey de böyledir. Başarı ve mutluğu yakalamak için bile bu böyledir. Yemeklerin ön hazırlığı gibi her şey için de bir ön hazırlık gereklidir. Bu ön hazırlık her insana, her aileye, her işletmeye, her şehre verilmiş bir başlangıç pirimi gibidir. Satranç tahtasındaki taşlar, tavladaki pullar gibi her insana eşit verilir. Bunlar; akıl, mantık, güçtür. Önemli olan bütün bunları nasıl geliştirdiğiniz, hangi amaçlar için kullandığınızdır. Yani mutlulukta, mutsuzlukta veya başarıda veya başarısızlıkta da sizin bu tencereye en son bunlardan hangilerini koyup, koymadığınızla ilgilidir. Dolayısıyla eskilerin, “ne ekerseniz onu biçersiniz” sözünü bir kez daha ispatlamış ve Einstein’ın dediği gibi “aynı şeyleri yapıp farklı sonuçlar bekleyen” insanların sınıfına dâhil olursunuz. Birçok şeyden şikâyetçi olanların mutlaka özendikleri aileler, işletmeler, şehirler vardır ve neden biz böyle değiliz diye de dert yanarlar. Fakat o kişilerin, ailelerin, şehirlerin bu başarıyı nasıl yakaladıkları ile ilgili başarı hikâyelerini bilmezler. Öğrenmeye de çalışmazlar. Aslında bu şehirler, başarı ve mutluluk yemeğini yaparken içine neler kattığını bilmek bizlere de mutlu, başarılı bir yaşam için yapmamız gerekenleri öğretecektir. Mutlu ve başarılı şehir, işletme ve insanların nasıl bunu başardıkları konusunda biraz araştırma yaparsak ilk göze çarpan şeylerin başında; iletişim ve dayanışmanın geldiğini hemen fark edersiniz. Tek bir örnek üzerinden gidersek ve bu örneğimiz de şehir olursa, başarılı ve mutlu şehirlerde, iletişim kanallarının açık, sivil toplumlarının güçlü, kendi ayakları üzerinde durabilen medyalarının olduğunu hemen görürsünüz. İletişimi güçlü illerde yaşayan insanların, başkalarının başarılarını kıskanmak yerine onları örnek almayı seçtiklerini, sivil toplumlarda görev aldıklarını veya destek verdiklerini, birbirlerine karşı kin beslemediklerini. Rövanş peşinde koşmadıklarını. Yaptıklarını değil, yapabileceklerini anlattıklarını, dahası yaşı ne olursa olsun bu insanların sosyal yaşları genç olduğu için bu şehirlerin hem genç, hem de dinamik bir nüfusa sahip olduklarını hemen görürsünüz. Yapılan çalışmaları sadece eleştiren değil, kendilerinin daha iyisini yapmaya çalışan, tribünlerde değil sahaya inen bu insanların evlerinde, işletmelerinde, şehirlerinde mutsuz olmaları, başarısız olmaları sizce mümkün olabilir mi? Yemek yapma örneğinde olduğu gibi bizlerin, her şikâyetçi olduğumuz konuda mutlaka bu şikâyetçi olduğumuz olaylara mutlaka bizlerin de kattığımız veya katmamız katmadığımız bir şeyler vardır. Durum böyleyse şikâyetçi olduğumuz olaylara artık, bir kenarda oturarak seyretmekten, her şeyi birilerinden beklemekten, her çalışmayı eleştirmekten vaz geçerek; çalışmalara katılmanın, vakıf, dernek, siyasi partilerin yönetimlerine girip veya üyesi olup mutlu bir şehirde yaşamanın ve çocuklarımız, torunlarımız için bir şeyler yapmanın zamanı gelmedi mi? Şen ve Esen Kalın. Tufan Güven