Babam, günlerce daktilo başında uzun uzun yazılar yazardı. Sonra onları pembe mahkeme dosyalarının içine özenle yerleştirir ve ilk otobüsle Afyon’a giderdi. Ertesi gün yada öbürsü gün geldiğinde samanlı kağıtlara basılmış yüzlerce gazete ile gelirdi. YEŞİL BANAZ yazan o sayfaları dürer büker iki ya da dört sayfadan oluşan bir gazete haline dönüştürürdük. Babam benden daha iyi dürerdi. Dikkatle baktım elinde bir tarak vardı. Tarağın tersiyle üzerinden sertçe bastırınca, gazeteler daha düzgün bir görünüme kavuşuyordu. Çok düzenli olmasa da hafta da bir veya en geç iki haftada gazetemiz basılıyor ve BANAZLILARA sunuluyordu. Uşak’ta matbaalar açılmaya başlayınca da düzenli olarak orada basımını gerçekleştiriyorduk.
Sonraki dönem ben okulumu bitirip öğretmen olduğumda başka bir aşamaya geldi. Konuşmalarımız sırasında babama “biz neden matbaa kurmuyoruz” dediğimde, güçlüklerinden söz ediyor ve ulaşılması zor bir hedef olarak gösteriyordu. Gazete basımına gittiğim yerlerde çalışmaları daha dikkatli ve yakından izlemeye başladım. Biz de yaparız diye kendimi oraya odakladım. Ve hayallerim gerçek olmaya yakınlaşmıştı. Nereden geldi bilmiyorum rahmetli ustam Akşehirli Vecihi GÜNGÖR birilerinin tavsiyesi ile Banaz’a gelmişti. Babamla buluşup bir akşam yemeği yedikleri lokantaya beni çağırdılar. Ustam buram buram matbaa mürekkebi kokuyordu. Babam konuyu açıkladı. Biz matbaa kuracağız. İçim bir hoş oldu. İşte kısmet ayağımıza gelmişti. Ben dükkan tutup yeri ayarlarken karlı bir kış günü makinalar kamyonla geliverdi. Bir kaç hamal yardımıyla dükkana taşındık. O gece uyumadım desem yalan olmaz.
Ertesi gün sabah erkenden okula gittim. Gün bir türlü akşama doğru yönelmiyordu. Aklımdan neler neler geçirmiştim. İlçeye geldiğimde makinalar baskıya hazır halde benim şaltere basmamı bekliyordu. İlk baskıyı yapınca dünyalar benim oldu. Gutenberg’i ve ülkemize getiren İbrahim Mütefferrikayı yad ettim. Ne güzel bir iş yapmışlar. Şükranlar bir daha dedim. Ben hem öğretmenlik yapıp ve hem de okul dönüşlerinde matbaada çırak olarak çalıştım. Çok değil 2-3 ay içinde hurufatlarla haşır neşir olmuştum. Ustam beni her çalışma sonrasında beğeniyor, “yakında benim pabucumu dama atarsın” diyordu. Ben ise “aman ustam o nasıl söz size ulaşmam mümkün değil” derdim. Beni daha çok çalışmaya teşvik edip, “bir gün sana para basmayı öğreteceğim” derdi. Bir kaç kez üsteledim… “Daha vakti var” derdi. “Ben 65 yaşıma gireyim ondan sonra... Sen kalpazanlığı bilmiyorsun, şimdi basıp yakalanırsam idama ederler ama 65'den sonra bir şey olmaz” derdi. Uzun zaman sonra ailevi nedenlerden ötürü ayrılması söz konusu olmuştu. Ustam bana söz vermiştin hani para basmayı öğretecektin dedim...
Güldü... Makinayı gösterdi... “İşte” dedi, “her açılış kapanışta kuruş kuruş para basıyorsun. Bundan iyisi olur mu?” deyiverdi. Gerçekten makine her açılıp kapandığından kazanmayı sürdürüyorduk... Rahmetler olsun Vecihi ustam. Sayende BANAZ ilk matbaasına biz de para basma makinasına kavuşmuştuk...
Sonra ben ve kardeşimle yola devam ettik. Gazetemiz düzenli basılıyor ve okurlara ulaşıyordu. İlçemiz küçük bir yerleşke idi. Bazen gazeteye koyacak haber bulamıyorduk. Ben de yazmaya başladım. Birkaç hafta sonra ilköğretim müdürümüz rahmetli Kazım ÜNAY beni çağırdı; “Güzel bir iş yapıyorsunuz. Ama sen devlet memurusun yazı yazman uygun değil” dedi...
Ben de yazıklarımın altına dedemin adını yazıp yazmaya devam ettim. Bu durum uzun yıllar böyle devam etti. Sonraki yıllarda görev gereği ilçeden ayrılınca ben de ara verdim... Ta ki babamın rahmetli olduğu güne kadar kardeşim gazetemizi devam ettirmişti. 1998 yılı mayıs ayında babamı yitirince onun vasiyeti ile yeniden gazeteye dönerek sorumlu müdür olarak gazetemizi yaşatmaya devam ettik..
Bu süreçte gazeteci dernekleriyle ve gazeteci ağabeylerimle dayanışmalarımız sürüyordu. Babam Uşak Gazeteciler Cemiyeti’nin kuruluşunda görev almıştı ve ben de görevi devraldıktan sonra cemiyetteki çalışmaları sürdürmüştüm. Yaşanan olumsuzluklar bizi yeni bir dernek kurmaya yönlendirdi. Rahmetli Coşkun ÖZLER ağabey ile Uşak Faal Gazeteciler Derneği’ni kurduk. Uzun yıllar birlikte çalıştık. Bu arada Türkiye Gazeteciler Federasyonu’na katılmaya karar verdik. Sonrasında beni birkaç kez başkanlar konseyi toplantılarına götürdü. Derken onun vefatı ile Taşkın ÖZLER’i başkan seçtik. O da yaşama veda edince görevi birkaç yıl ben sürdürdüm. Bu bir nöbet devriydi biz de işi gençlere bıraktık ve onlara destek vermeye devam ettik.
Federasyona dahil olduğum yıldan beri çok değerli arkadaşlarla tanıştım. Bir çoğunun bilgisinden tecrübesinden yararlandım. Güzel dostlar edindim. Zamanla oluşan ayrılıklar federasyonu zaafiyete uğratacak dedilerse de FEDERASYON daha da gelişerek, güçlenerek TÜRKİYE gazetecilerinin sorunlarına çözüm, dertlerine çare olmaya devam etti. Son yıllarda GAZETECİLİK can çekişiyor. Ha battık ha BATIYORUZ. Her şeye rağmen
DİRENİYORUZ. Bu mesleği ve GAZETELERİ yaşatma adına, bir şekilde mürekkep kokusunu burunlara ulaştıracağız. Yılmadan...
Selam olsun Basının EMEKÇİLERİNE, EMEKTARLARINA...