Köye okumak için zor şartlarda gidip gelmemden annem babam da rahatsızdı ama şartlar onu gerektiriyordu. O yıllarda ablam evlendi ve Ankara’da ikamet etmeye başladı. Bu vesile ile hem ablama ses olsun hem de rahat okusun diye onun yanına gönderdiler. Bu dönemde ilçede abim de liseye gidiyordu. Ankara’ya gönderileceğimi öğrenince korkmuş olacağım ki -gitmemek için- biladere ‘’yanında durursam ben yemek yaparım’’ dediğimi hatırlıyorum.
İlçeden Muzaffer abim ile Ankara’ya geldik. Beni ekmeğe gönderdiler o fırında ekmek bulamayınca çevreden fırın aramaya başladım ama ararken de yollara dikkat ediyordum. Biraz gecikince beni kayboldu diye korkmuşlar. Beni abim, Çankaya – Cebeci, İncesu mevkiinde bulunan Mithatpaşa ilkokuluna götürdü. Sınıfın kapısından içeri koyup gitti. Gençten bir bayan öğretmen, en arka sırayı göstererek ‘’oraya otur’’ dedi. İlk defa köyden çıkmış, tanımadığım, bilmediğim bir yere, farklı bir çevreye gelmiş olmanın ürkekliğiyle çok garipsedim. Öğretmenin beni rahatlatmak için -o günün şartlarında anne yok baba yok, telefon yok, yok, yok- bir cümle söylediğini hatırlamıyorum. Keşke hatırlasam da bugün vefa adına güzel anılarla yâd edebilseydim. Sınıf mevcudu 23 kişi idi. Orta halli bir sınıf idi. Arkadaşlar beni dışlamadı benimsedi. İlk defa öğretmenin sınıfa getirdiği dergiyi, gazeteyi görüyor, sıra bana gelinde tahtaya kalkıp okuyordum. Köyde çalışkan bir öğrenci olmama ve burada da çok çalışmama rağmen sondan bir önceydim. Veli toplantısı yapılacaktı, ablamın okuması olmadığı için yanında komşusunun kızını getirdi. O zamanlar toplantıya bizi de alıyorlardı. Ablam ‘’Hoca Hanım, Mahir’in durumu nasıl?’’ deyince, ‘’görmüyor musun, yazılıları önünde, hepsi bir’’ dedi. O mahcubiyetimi hiçbir zaman unutmadım. Bunu hatırlayınca bugün gibi içim cız ediyor. Keşke öğretmenim, yazılılarımın bir olmasının sebeplerini araştırma zahmetinde bulunabilseydi.
Rahmetli enişte belediye de çalışıyor. Maaşlar ödenmiyor, sürekli grev var. Dolayısıyla ben de çocuk aklımla yük olduğumun farkındayım. Komşunun aldığı bal sahte çıkınca bacıya vermiş bende her gün beslenmeye onu götürürdüm. Grev nedeniyle her taraf çöp yığını idi. Diğer taraftan da siyasi olaylar nedeniyle her akşam bir yerler kurşunlanıyor. Öğretmen, sınıfı sinemaya götürecekti. Ben bilet parasını veremediğimden gidemeyecektim. Allah’tan sonra engel çıkmış iptal olmuştu. Yine ilk defa sınıfça Ankara radyosuna bir yarışmaya dinleyici olarak katıldığımın mutluluğunu unutamıyorum. İlk takım elbisem ve iskambil ayakkabım burada oldu. Osmancığa yalnız gidip gelmeye başladım. Bir gün okuldan çıktım koşarak eve gidiyorum. Ara sokağa park etmiş 19 Plaka araba gördüm. Arabanın başında epey bekledim, ayrılamadım. Ona baktıkça annemi babamı, köyümüzü, yaylamızı daha doğrusu gelirken geriye ne bıraktıysam onu gördüm. Anneciğimin de bağda bahçede çalışırken bizi özleyip, ağlayarak türkülerle hasret gidermeye çalıştığını yıllar sonra öğrendim.
Okula ait hatıra olarak tek sınıf arkadaşlarıyla beraber çekinilmiş fotoğrafım vardı. Ona da isimleri bile yazmayı akıl edememişim. 40 yıl sonra bu resmi sosyal medyada paylaşınca, bir mesaj geldi. ‘’Annemin öğrencisisiniz, (Süheda Y.) sosyal medya ile arası iyidir, isterseniz iletişim kurabilirsiniz’’ yazıyordu. Bunu görünce çok sevindim. Hemen iletişime geçtim. Kendimi tanıttım. ‘’O yavrum, çok çalışkandın, şöyle iyiydin böyle iyiydin, mutlaka eve bekliyorum…’’ diye başladı övmeye. Tabii küllün yalan demeyelim de belki yanlış hatırlama… Ama saygıda kusur etmedim ve arada selam verip gıyaben ellerinden öpüyorum. Yine de öğretmendir, emeği vardır. Allah hayırlı ömürler versin. Dünya telaşı içinde belki de en vefalı öğrencilerinden biriyimdir. Ankara’ya her yolum düştüğümde okulun önünden geçiyorum. Çok şükür hala orijinal haliyle duruyor buna da çok seviniyorum. (1976)