YILMAZ SUNUCU ÖĞRETMEN

“Adım YILMAZ dır. Hep koşturdum. İyi yaşadım, elimle ve dilimle iyilikler sundum. Sunucuyum. Dokuz köyden kovulsam da hep doğruları söyledim. Bilenler bilir, yaşantım kafa kağıdımdır.” Bu sözlerin sahibi Uşaklı öğretmen Yılmaz SUNUCU. Aramızdan ayrılalı yıllar olmuştu. Onu tanıdığım için mutluyum. Geçen haftalarda Refik Samancı ağabeyimden gelen bir telefonla rahmetlinin adına düzenlenmiş “Öykü Yarışması’nın Ödül Töreni” olduğunu ve benim de gelmemi istemişti. “Vaktim uygun olursa gelmeye çalışırım” dedim ve Bornova Uğur MUMCU Kültür Sitesi’ndeki törene katıldım. Yılmaz SUNUCU’nun kızı Arzu hanım, babasını uzun uzun öyle güzel anlatmıştı ki, içimde güzel duygular ve onunla karşılaştığım zamanların bir film şeridi gibi belleğimden aktığını hissettim. “Taş üstüne taş koydum, taşlar yapıya dönüşsün diye, Yol üstünden taş aldım, taşlar ayağa batmasın diye, sözü süzdüm özü aldım, sözler anlam kazansın diye. Allah’a ısmarladık demiyorum. Güle güle dememeniz için. Sokaktaki Öğretmen Yılmaz SUNUCU” diye yazmıştı. Adına açılan öykü yarışması geleneksel hale gelmiş gibiydi. Tamı tamına 100 hikaye katılmış, bunların içinden 40 öykü beğeni kazanmış ve plaket almayı hak etmişler. Yurdumuzun çeşitli yörelerinden katılımcılar gerek kendileri ver gerekse temsilcileri plaketlerini aldılar. Kısa, anlamlı ve beğeni toplayan konuşmalarıyla dikkat çektiler. Ve bir çoğunun genç kalemler olduğunu gördükçe gururlandım. Yılmaz Öğretmen iyi bir intiba bırakmıştı. İlginç olan ise onun bir matematik öğretmeni oluşu ve inadına edebiyata ilgi duyuşu idi. Bir çok esere imza atmıştı. Bana ilk ulaşan kitabı ise “Menderes’in Develeri” olmuştu. Bıkmamış, usanmamış yazmaya devam etmiş, arkasında çeşitli dallarda onlarca eser bırakmış. Banaz’a ilk geldiği yıllarda babamla irtibatlıydı. Bir elinde kitaplar, diğerinde “SUNUCU” sabun torbaları vardı. Sevecen, güleç yüzlü bu insana kanım ısınmıştı. Meslektaş olmamız sebebiyle daha bir yakınlık hissettim. Uzun yıllar görüşememiştik. Ben Uşak’ta yaşarken sevgili öğretmenin baba evine yakın bir yerde oturmaktaydım. Arka balkonumdan onların evini görebiliyorduk. Ünalan Mahallesi’ndeki bu evin giriş kapısı sanki malikhaneye ya da bir saraya giriş kapısını andırıyordu. Önünden yıllar yılı gelip geçmiştim. Bir gün Yılmaz ağabey ile Uşak ta karşılaştık. Evini gösterdi. “Aaa! çok yakınmışız” dedik. Sonraki günlerde o evi gözlemeye başladım. Bir gün Uşak geldiğinde “abi” dedim “bu evi bir elden geçirin, it-kopuk burayı mesken tutuyor, ateş yakıyorlar, yasaklı madde kullanıyorlar diye laflar dolaşıyor” dedim. Ne kadar etki etti bilemem ama sonraki günlerde buraya çok çocuklu bir aile taşındı. 6 ya da 7 kadar çocuk vardı, irili ufaklı. Anlaşılan fakir bir aile idi. Geçimleri zordu. Mahalleli çeşitli yardımlarda bulunmaktaydı. Laf döndü dolaştı birilerine ulaştı. Ailenin en küçük bebeklerine bir talip çıktı. Biz bunu evlatlık alalım dediler. Aileye iletildi ve bir miktar maddi yardım karşılığı o bebek varsıl bir aileye verildi. Aradan bir zaman geçmişti. Kadın dayanamayıp çocuğunu geri istedi. Uzun uğraşlar sonunda geri aldı. Sonraki günlerde o aile o evde görülmez oldu. Ne oldu nereye gittiler bilemiyorum. Evde duran olmayınca çevrenin yurtsuzları yine burayı mesken tuttular. Mahalleli, tedirgin olmaktaydı. İlgili makamlara sıkıntılar iletildi. Belediye de çareyi bu binayı yıkarak çözüm bulabilmişti. Mülk sahiplerine belli ki bilgi vermeden icraat yapılmıştı ki; Yılmaz Öğretmen ile karşılaştığımda ayaküstü hoş sohbetten sonra “evde tadilat yaptırmaya geldiğini söylemişti” Ben de gözlerine bakarak; “Öğretmenim sizlere ömür o evinizi belediye yıktı. Şimdi o saray girişi görünümlü evinizden hiç eser yok” dedim. Şaşakaldı. Geri dönüp acele acele gitti. O günden sonra hiç rast gelip görüşememiştik. Ve aradan aylar geçti. Evden çıkmış çarşıya doğru giderken karşıma iki bey geldi. Birini tanıyordum. Halk Eğitim’de öğretmendi. Diğeri iyi giyimli bir beyefendi. Yan yana geldiğimiz de, “buralarda mı oturuyorsunuz?” dedi. “Evet buyrun öğretmenim” dedim.. “Bu bey İngiliz vatandaşıdır. Babasına ait bir evleri varmış onu aramaya gelmiş. Elinde resimleri de var” dedi. Bir kitap çıkardı ve onun kapağında Yılmaz SUNUCU’lara ait o yıkılan evin resmini görmüştüm. Öğretmene ve İngilize üzüntülü gözlerle bakakaldım. Dedim ki bu ev birkaç ay önce belediye tarafından çevreye zarar verdiği nedeniyle yıkıldı. İngiliz’e aktardı. O da gözleri faltaşı gibi açılmış ve hayret içinde bakakaldı. Evin olduğu yere götürdüm. Kafasını sağa sola sallayıp oldukça üzgün bir şekilde yere eğildi. Gözlerini elleriyle kapayıp bir şeyler mırıldandı. Gelelim öykü yarışmasına. Katılımcılar oldukça güzel konuşmalarla bu toplum adamı güzel insanı anılarla yad ettiler. Kimileri, onunla abi kardeş, kimileri can ciğer dost olmuşlardı. Bazı konuşmalarda gözlerimin dolduğunu söyleyebilirim. Böyle güzel anılarla anılmak ne kadar önemliydi. Orada söz alıp bende bu yazdıklarımı bir öykü gibi anlatmak isterdim. Sonra baktım ki zaman kısa ve belki de oradakilerin zamanını almış olurum diye çıkmadım konuşmaya. SUNUCU öğretmenin görünürde bir eşi ve bir de kızı vardı. Ama gördüm ki o büyük bir aile yaratmış yurdun dört bir bucağından. Yaşlısından gencine, kadınından erkeğine.. Güzel insan ışıklarda dinlensin. Saygıyla