Her gün mutluluk gelir başımıza ama biz onu göndeririz. Başkalarının yaptığı hatalardan dolayı öfkelenirsek, onları değil ancak kendimizi yormuş oluruz… Hiç bir zafere çiçekli yollardan gidilmez. Her güçlüğün muhakkak bir kolay tarafı vardır. Bulutlar ne kadar sık ve siyah olursa olsun, onların arkasından daima parlayan bir güneş vardır… Bu bağlamda; insanın işini, aşını, eşini, dostunu sevmesi önemlidir. Çünkü çalışırken haz duyulmayan iş insanı yorar. Dakikalar, saatler geçmez. Mesai bir türlü bitmez.
Off… Uff… Puff… Çoğalır. Pazartesi sabahı cumayı sayıklar bir an önce mesai bitse der. Bir diğeri sisteme kızsa da, bazen haksızlığa uğradığını düşünse de üretmeye hem de en iyisi üretmeye çalışır. Tabiri caizse birileri evinin önündeki bahçesini temizlemekten acizken o tüm sokakları, caddeleri temizleyebilmenin gayretiyle işine sahip çıkar. Vaktin nasıl geçtiğini anlamaz. Yarının bugünden daha güzel olması için kafa yorar. İşini en iyi yapabilmenin gücüyle dik durar. Çünkü nereden olursa olsun gelebilecek her soruya alın teriyle yoğrulmuş hazır cevabı vardır.
Mesleğimiz ne olursa olsun ondan zevk alabileceğimiz, insanlara faydalı olabileceğimiz bir husus mutlaka vardır. Bu durumu çevremize baktığımızda rahatça görebiliriz. Şöyle ki; bir ayakkabı boyacısı, inşaatta çalışan işçi, usta işini yaparken mutluyken, bunun aksine masa başında oturan memur, amir veya bir başka görevli mutsuz olabilir. Aslında bütün görkem, başlamaya cüret edebilmektir. Çünkü güç bilekten önce yürekte olursa işe yarar. ‘’Hayatta başarılı olanlar, kendilerine gereken bilgileri öğrenmekten bir an geri kalmazlar ve olayların sebeplerini her zaman araştırırlar.’’(R.Kipling) ‘’Yarınlar yorgun ve bezgin kimselere değil, rahatını terk edebilen gayretli, çalışkan insanlara aittir’’ (Ciceron) Eğer işimize değer katabilirsek önce kendimiz mutlu olur. Zamanın nasıl geçtiğini anlamayız. Daha sonra da çevremizdeki insanlara farklı şekilde faydalı olabiliriz. Yeter ki bunu samimi olarak isteyelim…
Aynı binada tuğla ören üç adamın ilginç hikâyesini sizinle paylaşmak istiyorum. Bir adam binaya gelmiş üç ustaya aynı soruyu sormuş ama üç farklı cevap almış. Şöyle ki;
-Adam ilk ustaya ‘Ne yapıyorsun?’ diye sormuş. Usta ‘Ekmeğimi kazanıyorum’ demiş.
-Adam ikinci ustaya ‘Ne yapıyorsun ?‘ diye sormuş. İkinci ustada ‘Tuğla örüyorum’ demiş
-Aynı adam üçüncü ustaya ‘ Ne yapıyorsun?’ diye sormuş. Bu ustada ‘ Saray inşa ediyorum’ cevabını vermiş. Bu üç usta aynı işi yaptığı halde üç tane farklı cevap veriliyor. Yalnız üçüncü usta olumlu düşünüyor… İşine değer katıyor…
Çay ocağına gittim. ‘Lütfen bir çay alabilir miyim?’ dedim. Delikanlı çayı getirdi. ‘Şekerleri alabilirsiniz’’ dedim, aldı. Çay güzelmiş. Biraz sonra ‘lütfen, bir çay daha alabilir miyim?’ dedim. Çay geldi ama yine şekerler yanında. Bunu görünce ‘’sen bu işi sevmiyorsun, sevseydin, ikinci çayda –takip eder- yanına şeker koymazdın. Kendine sevdiğin bir iş bul ve daha mutlu ol’’ deyince, ‘mecburiyetten burada çalışıyorum’ dedi. Mecburiyetten yapılan iş verimli olmaz. İnsan sevdiği işi yapmalı ama bizim memlekette maalesef…
Yazı yazmak için okyanus sahillerinde bulunan bir yazar sabaha karşı kumsalda dans eder gibi hareketler yapan birini görür. Biraz yaklaşınca bu kişinin sahile vuran denizyıldızlarını okyanusa atan genç bir adam olduğunu fark eder. Genç adama yaklaşır. ‘’Neden denizyıldızlarını okyanusa atıyorsun ?’’ der. Genç adam cevap verir. ‘’Birazdan güneş yükselip sular çekilecek. Onları suya atmazsam ölecekler.’’
Yazar sorar. ’’ İyi ama burada kilometrelerce sahil, binlerce binlerce denizyıldızı var. Sen tek başına hangi birini kurtarabilirsin? Ne fark edecek ki?’’ der. Genç adam eğilir, yerden bir denizyıldızı daha alır ve okyanusa doğru fırlatır. Ve ‘’Bak ama onun için fark etti ‘’ cevabını verir… Ne dersiniz? Konfüçyüs’ün dediği gibi, Karanlığa küfretmek yerine bir mum yakabilmek ve yanan o mum ışığı sayesinde doğal afetlerde bir CAN bir CANAN kurtarabilmek azda olsa fark yaratır mı acaba? Cevabınız evet ise buyurun Çorum’da başlayan temel afet bilinci zincirine gönüllü olarak bir halka eklemek için mum yakmaya… Yanan mumların sönmemesi için set olmaya…
Bir işi doğru yapmanın üç yolu vardır. Birincisi akıl yürüterek ki, en saygı değeridir. İkincisi benzeterek ki en kolayıdır. Üçüncüsü tecrübeyle ki en acısıdır. Bu bağlamda;
Temel doktora gidiyor. Vücudumun neresine dokunsam ağrıyor, derdime biçare bul ne olur doktor diyor. Doktor her tarafını muayene ediyor. Hiç bir şeyin yok sadece parmağın kırık diyor… Mesele kırık parmağı görebilmek… Ve daha fazla acı çekmeden tedavi edebilmek… Ülkemizde afetlere hazırlık için kırık parmağı görebilmek çok önemli. Çünkü bunu görebildiğimiz zaman muhtemeldir ki olası afetler afiyette geçiştirilebilecektir… Kırık parmağı görmeye var mısınız?
‘’Ne varsa gördüğüm hayattan yana / Bulan da insan, yıkan da insan / Bu dünyada başka suçlu arama / Yapan da insan, bozan da insan’’(A.S.İlkan)