Kâinât, iman nuruyla umumi bir matem yeri olmaktan çıkar. Bir zikir ve şükür meclisi haline dönüşür. Bu bağlamda, birbirine düşman olarak görülen mevcudât, birbirine dost ve kardeş oluverirler. Şu güzelim âlem, iman nuruyla gelişir, terakki eder. İman hem nur hem kuvvettir. Bu nedenle, bu kâinat bir: “Hikmet-i Samedâniye Kitabı" ismini almaktadır. Şu âciz ve fakir insan, zelil, fakir ve âciz hayvanların sırasından çıkar; zaafının kuvvetiyle, aczinin kudretiyle, imânın kuvvetiyle hilâfet ve hâkimiyetin zirvesine yükselir.
Bu bağlamda Üstad şöyle der: “Hatta acz, fakr, ihtiyaç ve akıl onun sukutuna esbab iken, suud ve yükselmesine sebeb olurlar. Zulmetli, karanlıklı bir mezar-ı ekber suretinde görünen zaman-ı mâzi, enbiyâ ve evliyânın ziyâsıyla ziyâdar ve nurâni görünmeye başlar. Karanlıklı gece şeklinde olan istikbal, Kur'ân’ın ziyâsıyla tenevvür eder, Cennetin bostanları şekline girer. Buna binaen, O zât-ı nurâni olmasa idi, kâinât da, insan da, her şey de adem hükmünde kalır, ne kıymeti olur ve ne ehemmiyeti kalırdı.” Mesnevi-i Nuriye, Reşhalar, s.36
Kâinat, her zaman aydınlanmak istidâdını taşımaktadır. İşte, bu bağlamda Peygamberimiz "asm" Efendimizin çok büyük değeri vardır. Kâinât, O' nun nuru hürmetine yaratılmıştır. Şu garip, acip ve güzel kâinât için böyle tarif edici bir hârika rehbere ve büyük teşrifâtçı bir mürşide ihtiyaç vardır.” Eğer bu zat (asm) olmasa idi, kâinâtta olmazdı" hadis-i şu gerçeği aydınlatıyor. Şu zat-ı nurâ ni (asm) imâni bir mürşid olan Peygamberimiz (asm) Efendimiz, neşrettiği İslamın ziyâsıyla, hakikatın ve imânın nuruyla, insanlık âleminin gecesini gündüze, kışını bahara çevirerek bu âlemde yaptığı inkılâbla âlemin şeklini değiştirmiş ve dünyamızı her yönden nurlandırmıştır. Mutlu bir insan olmak için, kâinâta iman nuruyla bakmak ve zaruridir.