Merhaba, öncelikle âdettendir sorulur, kimdir Işıl Çelik? Merhaba, teşekkürler,  kendimi tek cümlede kültür, sanat ve doğa sevdalısı deli dolu bir yazar olarak tanımlayabilirim. 1975 Devrek doğumluyum. Çocukluğum orman mühendisi olan rahmetli canım babamın görevi vesilesiyle çeşitli şehirlerde geçti. İlk ve orta öğrenimimi Çamlıdere, Ilgaz, Şebinkarahisar ve Bolu’da tamamladım. Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi ’98 mezunuyum. 1999 yılında kısa bir süre Bilkent Üniversitesi Klasik Arkeoloji Bölümüne devam ettim. Arkeolog olmak çocukluk hayallerimden sadece bir tanesiydi  Avukatlık stajımı tamamladığım 2000 yılında SGK’da devlet memuru olarak çalışmaya başladım, 2009 ‘da istifa ettim. Evli ve üç çocuk annesiyim. Ankara’da ikamet ediyorum.

İlk ne zaman ben kitap çıkarmalıyım dediniz?

İlkokul yıllarında demişimdir sanırım çünkü okumak ve yazmak en sevdiğim hobilerimdi. Hikâyeler, masallar, şiirler yazardım ve bunları küçük kitapçıklar haline getirirdim. Kapak tasarımlarını bile yapardım. Gazete hazırlar hane halkına okuturdum. Bunların bazıları hâlâ duruyor atmamışım, tatlı anılar... Ayrıca uzun yıllar günlük defterleri tuttum. Gelecekte kitaplar yazacağım belliymiş zaten.

Sizi yazmaya yönlendiren kimseler var mıydı?

Öğrencilik yıllarımda beni özellikle yazmaya yönlendiren ve teşvik eden fazla kimse olmadı çünkü sürekli mükemmel kompozisyonlar şiirler yazıp ödüller kazanan parlak bir öğrenci değildim. Yeteneğimi sergileyen pek fazla yazı, şiir ortaya koyamıyordum henüz ve yazdıklarımı da kendime saklıyordum. Yalnız, şimdi anlatacağım iki ufak başarım, benim moral ve motivasyon kaynağım oldu o yıllarda. İlkokulda küçük çaplı bir şiir yarışmasında ikinci olmuştum ve ödül olarak William Shakespeare’in Venedik Taciri adlı eseri hediye edilmişti, hâlâ saklarım. O kitabı her elime alışım, bana ileride güzel şeyler yazabileceğimi hissettirirdi. Bir de, ortaokuldayken tahtaya kalkıp okuduğumda Türkçe öğretmenimizin “İşte bu!” diyerek elini masaya vurmasına ve bana sözlü notu olarak o zamanın not sistemiyle “10” vermesine vesile olan “Büyükada” kompozisyonum vardı başarı listemde. 1986 yazında gördüğüm Büyükada’yı tasvir ettiğim bu kompozisyonu sakladığımı hatırlayıp aradım durdum geçenlerde. Maalesef başlangıç kısmı kaybolmuş, yarısını saklamışım. Tamamını bulabilseydim bir ara sosyal medya sayfalarımdan paylaşırım diye düşünmüştüm.

Öğrencilik hayatım bu şekilde ama ilerleyen yıllarda, hukuk fakültesinden mezun olduktan sonra, hiç tanımadığı halde, beni yazmaya teşvik eden ve bana moral veren çok değerli bir insanla tanışma imkânım oldu, şimdi 1999 yılına giderek sizlere benim için çok özel olan bu anımdan bahsedeceğim. Aslında o yıllara dönmeyi de pek istemem doğrusu, gençlik, bilirsiniz, insan hayatının en zorlu zamanlarıdır belki de. 1999 deprem senesi, benim de hayatımın en sarsıntılı dönemlerini yaşadığım bir yıldı. Bilkent Üniversitesi maceram arkeoloji bölümü ile sınırlı değil. Arkeolojiyi kazanmadan önce edebiyat bölümüne Çağdaş Türk Edebiyatı dalında çalışmalar yapmak üzere başvurdum. Önce yazılı sınava girdim, bu yazılı sınav zaten apayrı bir hikâye, şimdi bu röportajı daha fazla uzatmak istemiyorum, onu başka bir röportajda anlatayım nasip olursa. Neyse, bir gün ben evde yokken yazılı sınavı vermiş olduğuma ve sözlüye çağrıldığıma dair bir telefon gelmiş, rahmetli canım annem müjdelemişti bunu bana eve geldiğimde. Sözlü için belirlenen gün ve saatte gittim. Heyecanımı gidermek için derin derin nefesler aldım, dualar ettim, her yöntemi denedim fakat hiçbiri işe yaramadı, “Benim burada ne işim var ki sanki?” diyerek kafamı duvarlara vurma düşüncesini bir türlü zihnimden atamıyordum.  Sözlü için içeri çağrıldım. Karşımda asistanlarıyla birlikte duran, ülkemizin ilk Kültür Bakanı Prof. Talât Sait Halman’dı. Kibar, sakin duruşu ve konuşmalarıyla ortama kattığı huzurlu enerji hemen hissediliyordu. Birden kafamdaki tüm stresli düşünceler silindi gitti, kendimi orada bulunmaktan dolayı mutlu ve şanslı hissettim. Sözlüde çağdaş edebiyat alanına pek de vakıf olmadığım şak diye ortaya çıktıysa da Talât Halman Beyefendi, beni hiç utandırmadı ve sözlünün hoş bir sohbet havasında geçmesini sağladı, mekânı cennet olsun. En sonunda da bana edebiyatın en çok hangi dalıyla ilgili olduğumu sordu. Halk edebiyatına, masallara ilgi duyduğumu, hatta masallar yazdığımı söyleyince de “Sakın yazmaktan vazgeçmeyin,   yolunuza içinizden geldiği gibi devam edin” diyerek beni kibarca uğurladı. Onun bu sözleri, bana ilaç gibi gelen teşvik edici sözlerdi ve sonrasında da hayatta kendi yolumdan hiç vazgeçmedim. Yeteneklerimin ve hayallerimin izinde ağır ağır olsa da ilerledim. Yazma yeteneğim zamanla, okudukça, yazdıkça, yaşam tecrübem ve farkındalığım arttıkça gelişti ve ortaya çıkmaya başladı.

Kitaplarınızın karakterlerini oluştururken nelerden esinlendiniz?

İlk kitabım 2011 yılında yayımlandı. 2. Baskısı 2020’de çıkan bir roman bu, Hayallerimi Saldım Çayıra... İlk görev yeri olan İstanbul’a atanmış genç bir doktorun günlük defteri olarak kurguladığım bu romanımın karakterleri bizleriz, sade, sıradan ama samimi Anadolu insanları. “Romanda kendi hayatınızı mı anlattınız?” diye soranlar çok oluyor. Hayır, kendi hayatımı anlatmadım, bu tamamen kurgu bir eser.  Yalnız, romanın başkarakterinin adını Selvi koymama ilham olan özel bir anım var. Bunu da paylaşmak isterim. Üniversite öğrencisiydim, sene 1996’ydı yanılmıyorsam. Anneannem kalp ameliyatı olmuş hastanede yatıyordu. Annem ve teyzemler dönüşümlü olarak ona refakat ediyorlardı. Eve uğradıklarında  “Selvi şöyle yardım etti, böyle ilgilendi, Selvi hemşireyi çağırdı, doktorla konuştu, şöyle söyledi, bunu yaptı,  Selvi çok iyi, annemle iyi anlaştılar” yani Selvi aşağı Selvi yukarı, daha yeni tanıştıkları yanlarındaki hastanın refakatçisinden kırk yıllık dost gibi bahsediyorladı. Anneannemi ziyaret ettiğimde ben de tanıştım güler yüzlü Selvi Hanım ile, simasını şimdi hatırlamıyorum ama yıllar sonra  romanımın samimi, sıcakkanlı, yardımsever Anadolu kadını başkarakteri için isim düşünürken  Selvi adı düştü hemen aklıma ve hiç tereddüt etmeden seçip kullandım.

İkinci kitabım ise henüz çok yeni, bir çocuk romanı, Günlük Güneş’çik. Günlük Güneş’çik'i aslında 2013 yılında yazdım ama 2025 Ocak ayında çıkarmak nasip oldu, deyim yerindeyse,  doğdu Güneş’im   Onun karakterlerini oluştururken ise kendi çocukluğumdan ve kendi çocuklarımdan esinlendim.

Edebiyat haricinde ilgilendiğiniz başka sanat dalları var mı?             

Müzik, bale ve halk dansları, el sanatları en çok sevdiğim ve ilgilendiğim dallar.  

Güzel ve keyifli bir sohbetti. Son olarak eklemek istediğiniz bir şey var mı?

Okurlarıma beğeni ve güzel yorumları için, destekleri için çok teşekkür ediyorum. Herkese sevgiler, selamlar.

Vakit ayırdığınız için teşekkür eder, çalışmalarınızda kolaylıklar dilerim.

En Çok Konuşulan Dizi Oyuncuları / Şubat’25 En Çok Konuşulan Dizi Oyuncuları / Şubat’25

Evet çok keyifli bir sohbet oldu, ben de teşekkür ederim, kolaylıklar diliyorum.

Muhabir: HABER MERKEZİ