‘Hüve' bir işaret zamiridir. Hüve “o" demektir. ‘Hüve, mutlak ve müphem bir işarettir. Hüve lafzının ihtar ettiği zarif nükte hava ve toprak sayfasının mütalaası ile çok açık bir şekilde görünür. Havada gaz atomları vardır. Atomlar maddenin en küçük yapı taşıdır. Bu atomların her birinin vücudu birbirinden ayrıdır. Bir odada bulunan iki ayrı televizyon gibi... Beyaz ışık yedi renk ışıktan meydana gelir. Beyaz ışığın hızı, saniyede dört yüz bin kilometredir. Beyaz ışığı meydana getiren yedi renk ışığın da, her birinin ayrı ayrı ışık hızları vardır. Belki yüz bin de, belki milyonda birdir bu fark veya daha azdır.
Işığın sürati ‘dalga boyu’ ile ölçülür.
Bilim adamları, insanlığın asırlar boyu birbirine naklettiği bilgileri üst üste koyarak, ciddi bir bilgi birikiminden sonra ancak görüntü nakline, televizyon yapmaya muvaffak oldular. Ancak değişik ilmi yetersizliklerinden ötürü televizyonu ilk yapıldığında insanlığa renkli olarak hediye edemediler. Farklı renkteki ışıkları aynı anda televizyon ekranında buluşturmaya bilgisayarlar icat edildikten sonra muvaffak oldular. Televizyon, almaç vermeç görevi yapıyordu ve bu bir ilmin mahsulü idi. Televizyonu gören, binlerce yıllık ilmi görebilmeliydi. Biz dünyaya geldiğimiz andan itibaren, en net haliyle, âlemi renkli seyrediyoruz. O televizyon nasıl bir bilginin eseri ise, gözler onun çok ötesinde bir ilmin eseridir.
Ayrıca, bir şey küçüldükçe onun sanatı artar. Çünkü artık, yapılan her şey daha ince hesaplarla yapılmalı, o bir yazı kabul edilirse daha ince kalemle yazılmalıdır. Mesela, mübarek bir kuş gibi havada uçan, her yere konan, temizlik görevi yapan karasineklerin üzerindeki sanat, helikopterdeki sanatın çok ötesindedir. Havada gaz atomları vardır. Bunların vücutları birbirinden ayrıdır. Bu gaz atomlar görüntüleri, sesleri taşır. Yani televizyon vazifesi yapar. Biri alır, diğerine verir. Adeta, bir nefeslik havada trilyonlarca televizyon uçuşur, televizyonlar havada gezer. Bir beyaz kâğıda birkaç tane nokta konulsa, birbirine karışır. Bir adam, birkaç işi bir anda yapsa şaşırır. Bir kulak, birkaç şeye birden kulak veremediği gibi, bir ağızda birkaç şeyi bir anda söyleyemez. Oysa hava zerreleri birçok işi bir arada gördüğü halde şaşırmıyorlar, karıştırmıyorlar.
Aynı anda, bir ince ağız ve kulak gibi on adamın ayrı ayrı kelimelerini işitiyor ve söylüyorlar. Hiç zaaf göstermeden alıyor ve taşıyorlar. Gök gürültüleri ve dalgalar, intizamlarını bozmuyor. Vazifelerini ihmal etmiyorlar, kesintiye uğratmıyorlar. Sanki herkesin sesini, tonuna ve gücü ne kadar tanıyorlar. Sanki her dili biliyorlar. Her yüzü ve her görüntüyü anında renkli ve net bir şekilde katlediyorlar. Bununla beraber daha pek çok önemli vazifeyi aynı anda yapıyorlar. Elektriği, ışığı naklediyorlar. Çekme ve itme kuvveti onların omzunda taşınıyor. Bitki ve hayvanların nefesini muhteşem bir nizama yetiştiriyorlar. Bitkilerin tohumlanmasında görev yapıyorlar. Bir İlâh kadar ilim ve kudret yoktur. Biz O'nun ilminin şâhidiyiz diyorlar. ‘Hüve‘ nüktesiyle O’nu anlatıyorlar. Yoksa bir kâse toprağın bütün bitkilerin şeklini, yaprağını, meyvesini lezzetini bilmesi ve onları dokunması mümkün değildir. Bir avuç toprağın içinde binlerce fabrika yoktur. Sadece, derecelerin O'nun kudretiyle iş görmesi ve O’nun haykırması vardır.