Gıybet, hakiki bir insanın kullanacağı silah değildir. Gıybet, zayıf ve zelillerin silâhıdır. Ne hazindir ki; bu alçak söz açma bsilâhı ehl-i imân olan bizlerde istemeyerek de olsa kullanıyoruz. Bu bağlamda ben de kendimi temize çıkaramıyorum. Her şeyden önce nefsime hitap ederek şu satırları yazıyorum.
Gıybet, ölü kardeşimizin etini yemektir. Ölünün eti yenir mi? Asla ve kat’a. Ne kadar kerihtir. Öyleyse ey nefsim! Asla gıybet etme. Kendi günahlarını büyük gör. Gıybet, insanlar arasındaki itimadı zedeler, saygı, hürmeti bozar. Emniyet yerine tecessüs ve şüphe yerleştirir. Dost ve kardeşlerinizin yanından ayrıldığımız da içimizde bir şüphe ve tereddüt belirir:
Acaba ben kalkıp çıkınca arkamdan
Öyle ki, sohbet edip hal hatır sorduğunuz ne konuştular, nasıl bir gıybet yapıp, beni çekiştirdiler? diye vesveseler insanı yiyip bitirir. Bu bağlamda mâneviyât büyüklerinden Yahya Bin Muaz şöyle der: “Ey Müslüman, sen üç halden biri üzere olmalısın. Müslümana menfaatin dokunmuyorsa, mazarratın bâri erişmesin. Onu sevindirmiyorsan, bari arkadan kötüleme. Medhi gerektiren iyiliğinden söz etmiyorsun, zemmi gerektiren kötülükler deâri özetle.”
Selâm Hüdâ’ya tâbi olanlara olsun.