İslamoğlu türküsünün hikayesi kendisine sorulduğunda şunları anlatmıştır; “…19. yy. Osmanlı son dönemi acziyetinin ve fukaralığının hat safhada olduğu Kütahya vilayeti Şaphane kazası, Gaipler köyünün ağası Mehmet Ağa’dır. Mehmet Ağa’nın, Beydilli boyunun Cırık aşiretinden olduğu rivayet edilir. Günlerden bir gün bir oğlu olur. O sırada kahvehanede oturmakta olan Mehmet Ağa’ya müjdeyi yetiştirirler Ağa habere çok sevinir ve oğluna Mustafa ismini koyar. Mehmet Ağa sülalesinin lakabı olan ‘İslamoğlu’ ön adı da kendiliğinden gelir küçük Mustafa’ya. Gel zaman git zaman İslamoğlu Mustafa sevilerek büyütülmüş, boylu poslu gürbüz bir çocuk haline gelir. Şaphane’de sıbyan mektebinde okula başlar, sonrasında ise medreseye kaydolur. Babası gelip gitmede sorun yaşanmasın diye medresenin yanından ev alır. İslamoğlu Mustafa 17 yaşında bir delikanlı haline geldiğinde, yakışıklılığı ve boyu posuyla Şaphane’nin en gözde delikanlısı haline gelir. Köyün kızları o geçerken iç geçirirler, kimileri ise dam başına çıkarak mâni atarlar. İslamoğlu Mustafa’nın babası Mehmet Ağa, dönemin ağır vergileri karşısında oldukça müşkül düşmüştür ve medreseye ödediği parayı ödeyemez hale gelince Mustafa’yı medreseden almak zorunda kalır. Mustafa’nın okul hayatı sona erince işsiz güçsüz boş gezenin boş kalfası haline gelmiştir. Bu günlerde Mustafa’nın yakışıklılığını, mertliğini ve kızların ilgi odağı olmasını çekemeyen köyün diğer gençleri, O’na asılsız bir iftira atarlar, tavuk hırsızlığı ile itham ederek dönemin kadısına şikâyet ederler. Kadı karşısına çıkan Mustafa bu olaydan dolayı hapis cezası alsa da bir müddet sonra salıverilir. Bir gün sarayın gönderdiği vergi tahsildarı, Mustafa’nın babasının kapısına tekrar dayanır. Vergiler o kadar ağırdır ki artık deyemeyecek duruma gelen Mehmet Ağa, tahsildara ‘Efendim yağış yok, kıtlık var. Topraktan mahsul alamıyorum, az miktarda aldığım ürünü de satamıyorum. Hal böyle olunca istediğiniz vergiyi ödeyemeyeceğim.’ Deyince, tahsildar alaycı bir şekilde: ‘Madem ödeyecek paran yok, karın da mı yok’ deyince genç Mustafa dayanamaz, tahsildarı yaralar. Böyle talihsiz bir olay başına gelen İslamoğlu Mustafa bir süre kaçak hayatı yaşadıktan sonra teslim olur. ve daha önceden yattığı Kütahya vilayet hapishanesine geri döner. Döner dönmesine ama hem uğradığı haksızlığa dayanamaz hem de aklı da ailesindedir. Üç arkadaşı ile birlikte hapishanenin duvarını delerek kaçar. Aslanapa üzerinden dolaşarak Simav dağlarına gelirler. İslamoğlu dağlarda amansız bir zeybek haline gelir. Zenginden alır fakire verir. Irza ve namusa tecavüz edenleri cezalandırır, fakir kızları çeyizlendirir. Kötülüğe ve haksızlığı savaş açar. İslamoğlu, hapishaneden kaçıp dağlarda zeybeklik yapması, mazlumun yanında olup zalime savaş açması kulaktan kulağa yayılır ve halk arasında büyük bir üne kavuşur. Otoriteyi sağlam tutmaya çalışan devlet de boş durmaz. Kütahya zaptiyesi seferber olur, O’nu bütün Simav dağlarında aramaya koyulur. İslamoğlu ise zaptiyeden kaçmakta oldukça maharetlidir ve etrafındaki adam sayısı da gün geçtikçe artmaktadır. Uşak, Simav, Şaphane, Gediz, Kula dağlarında gezmekte, zengin kervanlarını, ağa konaklarını, çiftlikleri yağmalayarak elde ettiği ganimetin büyük bir bölümünü düşkünlere yardım etmekte kullanmaktadır. Bu sırada yardım ettiği fakir fukara halk da İslamoğlu’nu gönüllü olarak saklamakta, kaçması için yardımcı olmaktadır. İslamoğlu’nun dağlardaki zeybekliği 7 sene sürmüş, artık kanunsuz iş yapmaz olmuştur fakat yine de kaçaktır. Selendi yaylalarında dolaştığı sırada gördüğü bir Yörük ağasının kızına gönlünü kaptırır ve Ağa’nın kızını bir kanun kaçağına vermeyeceğini düşünerek kızı kaçırır. Çoluk çocuğa karışmak niyetindedir. Kızın babası olan Yörük ağası o kadar çok kızmıştır ki ‘Kızımı kim kurtarır ve İslamoğlu’nun kellesini bana getirirse, altın dolu bir heybe O’nundur’ der. Ödülün büyüklüğünü duyan fırsatçılar Kula’dan, Selendi’den Simav’dan çeteler kurarak İslamoğlu’nu yakalamayı ve ödülü almayı kendilerine iş edinirler. Birkaç deneme yaparlar fakat bölge halkının İslamoğlu tarafında olması ve İslamoğlu’nun kızanlarının sayıca oldukça üstün olmasından dolayı başarılı olamazlar. Bu olaydan sonra İslamoğlu’nu alt edemeyeceğini anlayan çeteler bu emellerinden vaz geçerler. Düşmanlarını alt eden İslamoğlu ise Kütahya vilayeti, Pazarlar kazası, Orhanlar köyünde yerleşik hayata geçmeye karar verir. Niyeti bundan böyle hanımı ve çocuklarıyla kavgasız belasız mutlu bir hayat sürmektir. Fakat hanımının babası olan Yörük Beyinin kini bitmemiştir. Çetelerden bir sonuç alamayınca Kütahya vilayeti zaptiyesine, hala aranmakta olan İslamoğlu’nun yerini bildirir ve kızını kaçırdığı için de şikâyette bulunur. Kütahya zaptiyesi bölge zaptiyesine haber vererek büyük bir birlik meydana getirir. Gediz tüfekçibaşısı Kara Mahmut ve müfrezesi, Uşak tüfekçibaşısı İsmail Ağa ve müfrezesi, Simav zaptiye kumandanı Zenci Yüzbaşı ve müfrezesi birleşerek İslamoğlu’nu kuşatırlar. İslamoğlu kuşatmayı yararak Simav’ın 30 km batısında bulunan Aksaz köyündeki Kör Deveci Deli Ali’nin çayırına iner. Burası orman kenarında mera orman karışımı bir yerdir. Amacı ihtiyaçlarını karşılamak sonra buradan gitmektir. Sanki ölüm onu buraya çekmiştir. İslamoğlu’nu vuran kişi ve ölüm şekli ile ilgili üç ayrı rivayet vardır: Bunlardan birincisi; İslamoğlu’nun, Kör Deveci Deli Ali’nin çayırında bulunduğu esnada çeşme başında iken Kör Deveci Deli Ali tarafından görülüp, görülür görülmez de Deli Ali’nin tüfeğini ateşlemesi ve oracıkta öldürmesi üzerinedir. Rivayetlerden diğeri, bu kuşatma esnasında Gökçe adındaki bir köylünün attığı kurşunla yaralandığı, bir ceviz ağacının ardına saklanarak son kurşununa kadar kendini savunduğu, ancak kurşunlarının bitmesi sonucu orada öldüğü ile ilgilidir. Bir diğer rivayete göre ise bu kuşatma sırasında çemberden sıyrılmak için karanlıkta Simav müfrezesi üzerine giderken Kumandan Zenci Yüzbaşı tarafından vurulduğudur. Kütahya vilayet tahrir defterlerinde İslamoğlu’nu yakalayıp vuran kişi olarak Kör Deveci Deli Ali kaydedilmiştir. Yine rivayet olunur ki; İslamoğlu vurulduktan sonra yaralı halde bir ağaca yaslanır ve orada o halde ölür. Zaptiye ise belki ölmemiştir diye korkudan yanına üç gün yaklaşamaz. Ta ki İslamoğlu’nun cesedi dayandığı ağaçtan kendiliğinden yere düşünce yanına yaklaşabilirler. İslamoğlu’nun vurulduğu, öldürüldüğü haberi bölgeye tez yayılır İslamoğlu’nun kellesi kesilerek Simav çarşısında günlerce teşhir edilir. Simav ve Gediz arasında bu nedenle anlaşmazlık çıkar. İslamoğlu’nun kellesi paylaşılamaz hale gelmiştir. Devlet bu noktada kendince bir çözüm uygular. İslamoğlu’nun kellesinden kulakları kesilerek bir kulağı Simav’a, diğer kulağı Gediz’e verilir kulaksız kellesi ise Kütahya merkeze götürülür. İslamoğlu’nun Simav Ulucami şadırvanına çivilenen kulağı orada yıllarca teşhir edilmiştir ta ki 1911 yangınında şadırvanla birlikte yanıncaya kadar. İslamoğlu’nun ölmesi bir gurup devletliyi ve kayınpederini mutlu etse de bölgenin fakir halkı ve sevenleri tarafından büyük bir üzüntüyle karşılanmıştır. Eşi olan Yörük kızı Ayşe’nin, İslamoğlu’nun ardından yaktığı ağıtlar bölge halkı tarafından dilden dile yayılır. Ayşe, İslamoğlu’na öyle bir aşkla bağlıdır ki, ölmeden önce İslamoğlu’nun ördüğü saçlarının örgüsünü, ölünceye kadar bozmamış ve öldüğünde de o örgüleriyle defnedilmesini vasiyet etmiştir. Uşak ve çevresinde her eğlencenin vazgeçilmezi İslamoğlu oyununun çıkışı ise şu şekilde rivayet olunur; ‘İslamoğlu Efeyi düğüne çağırmışlar. Düğünde Efe oynarken zaptiyeler baskın yapmışlar. Haberciler efeyi uyarmış baskın var diye ancak efe baskın yapanların kim olduğunu öğrenince ‘Ben üç beş çapulcu için oyunumu bozmam’ diyerek hem oyununa devam etmiş hem de ateş etmiştir. İslamoğlu oyunun da bu şekilde ortaya çıktığı anlatılagelmiştir. İslamoğlu Zeybeğine kaynaklık eden İslamoğlu Mustafa Efe’nin hikayesi 1966 yılında Enver Paşa’nın yeğeni yönetmen Kemal Kan tarafından beyaz perdeye aktarılmıştır. İslamoğlu karakterini beyaz perdenin zirve isimlerinden Eşref Kolçak, eşi Ayşe’yi ise Selma Güneri oynamıştır.” (MELİKE PANCARCI)
KAYNAK: Yavuz Turgut