.

Parklar… Yalnızlıklar…

Her yaşın kendine has güzelliği vardır. Ama çoğunluğumuz, yaşlanmaktan, daha doğrusu elden ayaktan düşmekten, bakıma muhtaç hale gelmekten korkarız. Çevremizde mağdur olan, çocuklarından beklediği ilgiyi bulamayan yaşlılarımızı gördükçe, “Allah’ım, beni başkalarına muhtaç etme” diye dua ederiz.

Gençliğin ihtiyarlığı kırk, ihtiyarlığın gençliği elli yaşında başlar; gençler grup halinde, yetişkinler ikişer ikişer, yaşlılar ise teker teker yürür, demiş büyüklerimiz. Evet, yaşlılarımız teker teker yürür. Halk arasında söylenen “kocası ölen yaşlı kadın, her yere sığar da hanımı ölen yaşlı erkek sığmaz” sözünden hareketle; özellikle hanımını kaybetmiş yaşlılarımız vakit geçirmekte biraz sıkıntı çeker.

Çünkü evlerdeki televizyonlar (diziler), bilgisayarlar (Internet) çocukları, gençleri kendine bağımlı hale getirmiş; aile içi ve yaşlılarımızla olan sohbeti biraz daha azaltmış, hatta toptan ortadan kaldırmış ve belki de çocuklarının yanında kalan yaşlıların evde kendilerini yalnız hissetmeleri nedeniyle, erken dışarı çıkmasına ve geç eve dönmesine neden olmaya başlamıştır.

Yaşlı erkekler genelde kışın çay ocaklarının kuytu bir köşesinde, yazın cami avlusundaki şadırvanda veya parklarda (çok yanlış bir tabir olsa da) vakit öldürmeye çalışırlar.

Sanki lisan-ı haliyle, çevresindeki insanların koşturmasına bakarak “gençliğim geri gelse de ihtiyarlığın başıma ne işler açtığını bir şikâyet etsem’’ derler. Eğer genç veya orta yaş birisi selam verip yanına oturursa ve hâl hatır sorarak biraz da samimi davranırsa, sanki yeniden canlanır, gözlerine fer gelir;

“Hayat tomurcuklarını ümit yağmurları ıslatır,

Gençlik gülleri solduğunda, hatıralar yaşatır’’

Sözünü doğrularcasına, “bizim gençliğimizde…” diye söze başlayıp, “Aman oğlum; hayat kısa, vazife ağır, fırsatlar geçicidir, bu günlerinizin kadrini kıymetini iyi bilin, çünkü insan gençliğinde öğrenir, yaşlılığında anlar” diyerek yaşam sayfasından acı- tatlı hatıralarla size nasihatte bulunur…

Eğer yaşlı amcanın anılarını ve hayat tecrübelerini sabırla dinlemeye devam ederseniz, “en iyi okul tecrübedir, fakat okul masrafı biraz fazladır’’ sözüne inat, masrafsız çok şeyler öğrenirsiniz. Öğreniriz…

Onların sözlerindeki ince noktaları yakalayabilenler için bu sohbetler müthiş bir pınardır. Amca sözünü söyler. Ve evinin yolunu tutar, yarın mecburen yine aynı mekânlarda zaman öldürmek üzere…

Şu bir gerçek ki, “her gecenin neharı, her kışın baharı olduğu gibi” bugünün gençleri yarının yetişkin ve yaşlıları olacaktır. Kim bir yaşlıya saygı gösterirse veya resmi dairede yardımcı olursa, zamanı gelince ona da mutlaka birileri aynı saygıyı gösterecektir. İnanmazsanız deneyin. Deneyelim…

Şu sözü de unutmayalım bu arada tabii: Gezen görür, yaşayan ölür, eden bulur. Teknolojinin, şehirleşmenin ve apartman hayatının getirdiği, kalabalık içerisinde yalnız kalan yaşlılarımıza ara sıra da olsa yolda yürürken yüksek sesle bir selam vermeyelim mi?

Bir çay ocağına girdiğimizde, bir köşede yalnız oturan yaşlı amcamızın masasına konuk olup, “Çaycı iki sıcak çay getir, amcamızla hem içelim hem de biraz hayat tecrübesinden istifade edelim” demeyelim mi? Bu, hem onların mutluluğu olur. Hem bizim mutluluğumuz…

“Gelecek, geçmişte gizlidir veya geçmişi iyi okumayan, gerekli dersi almayan milletler geleceği inşa ederken hata edebilirler” diyen filozofun sözüyle orantılı olarak; temennimiz, hayatın yükünü üzerlerinde taşıyan, beli bükülmüş, dişi dökülmüş ama birer canlı tarih olan yaşlılarımıza sahip çıkabilmek.

Tanıyıp tanımadığımıza bakmadan; parkta, yolda onların duyabilecekleri şekilde, gerekirse beden dilini de kullanarak selam verebilmek. Hak ettikleri saygıyı gösterip, onların engin hayat tecrübelerinden istifade etmeye çalışmak!


“Ne zaman yalnızlık çöktü gırtlağıma… Ben o zaman parklara kaçtım,” diyor bir yazarımız.
Yalnızlık yaşlıların gırtlağına çökmez bir tek. Hepimizin derdidir o. Hepimizin tuzaklarından kurtulmak istediğimiz, bunun için çırpındığımız bir düşman gibidir o.

Parklar, şehirlerin küçümen meydanlarıdır. Deltalarıdır burası insanların. Irmağın, ırmakların gelip döküldüğü yer gibidir parklar. Dertler gelir, sevinçler gelir, yalnızlık gelir, işsizlik gelir parklara dökülür. Birer ova gibi büyür orada insanoğlunun kaderi, arzusu, hayal kırıklıkları…

Parklar, ah parklar… Deriz bir an… İç çekeriz… Çünkü biraz ötemizde çocuklar salıncaklarda şendir. Ve tahterevalli bir o yana inmekte, bir bu yana yükselmektedir… Bize o kadar çok şey söyler ki bu bile…

Elbette duyabilene ve görebilene…

(Mahir Odabaşı Çorum MEM Sivil Savunma / İş Güvenliğ Uzmanı)