.
(14 Mart 1827 Tıp Bayramı: II. Mahmud döneminde, Hekimbaşı Mustafa Behçet'in teklifiyle ilk cerrahhanenin, Şehzadebaşı'ndaki Tulumbacıbaşı Konağı'nda ''Tıphane-i Amire ve Cerrahhane-i Amire'' adıyla kuruldu, daha sonra ''Tıp Bayramı'' olarak kutlanmaya başlandı.)
Aslında Tıp Bayramı Hz. İsa’ya (as) izafe edilmeli, çünkü,
RİSALE-İ NUR'LA GÜNE BAKIŞ:
Kur’ân, Hazret-i İsâ Aleyhisselâmın nasıl ahlâk-ı ulviyesine ittibâa beşeri sarîhan teşvik eder. Öyle de, şu elindeki san’at-ı âliyeye ve tıbb-ı Rabbânîye remzen terğib ediyor. İşte şu ‘Allah’ın izniyle anadan doğma körleri ve alaca hastalığına tutulanları iyileştirir ve ölüleri diriltirim.’ (âl-i İmrân Sûresi: 49./mealindeki) âyet işaret ediyor ki: "En müzmin dertlere dahi derman bulunabilir. Öyle ise, ey insan ve musîbetzede benîâdem! Me’yus olmayınız. Her dert, ne olursa olsun, dermânı mümkündür; arayınız, bulunuz. Hattâ, ölüme de muvakkat bir hayat rengi vermek mümkündür."
Cenâb-ı Hak, şu âyetin lisân-ı işaretiyle mânen diyor ki: "Ey insan! Benim için dünyayı terk eden bir abdime iki hediye verdim: biri mânevî dertlerin dermânı, biri de maddî dertlerin ilâcı. İşte, ölmüş kalbler nur-u hidâyetle diriliyor. Ölmüş gibi hastalar dahi, onun nefesiyle ve ilâcıyla şifâ buluyor. Sen de benim eczahâne-i hikmetimde her derdine devâ bulabilirsin. Çalış, bul! Elbette, ararsan bulursun.’ İşte beşerin tıp cihetindeki şimdiki terakkiyâtından çok ilerideki hududunu, şu âyet çiziyor ve ona işaret ediyor ve teşvik yapıyor. (Sözler, Enst./intr, s. 232.)